Notlar

LK banner 2016

23:06:23
 4/05/2024

          Vicdan, düalite prensibine göre çalışan ve bir birim düaliteye sahip olan bir mekanizma olarak ifade edilmiştir. İdraki geliştiren bu vicdanın ne olduğunu ve varlığın bu vicdana nasıl hakim olduğunu çok farklı açılardan ifade etmeye çalışalım. İnsanlarda bulunan vicdan, daha basit ve farklı şekillerde bitki ve hayvanlarda da bulunmaktadır.

          Bu vicdan, idrakten ayrılıp toplanabilen, paketlenebilen, bir başkasına gönderilebilen, yada bitkilerdeki vicdanların idraklerden tutup sökülerek hayvan idraklerine takılabilen, veya insanlardaki vicdanların idraklerden tutup sökülerek hayvan idraklerine takılabilen, veya ortalarda dolaşıp gezebilen, alınıp satılabilen, yada diğerleriyle yer değiştirebilen özellikte bir unsur değildir. İdraklerin gelişebilmesi için var olması şart olan bu vicdan, idraklere yapışık bir nesne de değildir, hatta bir kabiliyet de değildir ancak onu kullanmak bir kabiliyet olmaktadır.

          Vicdan, iki yönlü fonksiyonu bir olan mekanizmadır, bu fonksiyonu da ancak düalite var olduğu sürece gerçekleşebilmektedir. Düalite prensibi olmazsa vicdan olmaz, buna bağlı değer farklanması mekanizması olmazsa bir fonksiyonu da olmaz. Çok derin düşünülecek olursa, bu tekamül mekanizmasının yani geliştirici bir mekanizma olan vicdanın ne kadar çok önemli olduğu anlaşılacaktır.   

          Onu kullanabilmek bir kabiliyettir demiştik, dolayısıyla bitkiler, hayvanlar, insanlar, ancak bu kabiliyetleri oranında vicdan kullanabilmektedirler, yani idraklerinin gelişmişliği oranında kullanabilmekte ve kendi gelişimlerini sağlayabilmektedirler. Varlığın bu mekanizmaya nasıl hakim olduğu konusuna gelelim.

          Kainat bir ahenk içerisinde bulunmaktadır ve bu ahengin kaynağı da kainatlar üzerine doğru uzanmaktadır. Bu kainatta, sayısız miktarlarda organizasyonlar ve bu organizasyonlara bağlı sayısız miktarlarda vazifeli varlıklar bulunmaktadır. Kainattaki ahenk de bu organizasyonlar ve bu organizasyonlara bağlı vazifeli varlıklar tarafından tesirlerle meydana getirilmektedir. Tesirlerin ana kaynağıyla kainattaki ahengi meydana getiren ana kaynak aynıdır.

          Şimdi, bir varlığın ilk defa meydana getirildiği zamanlara dönelim. Bir varlık ilk defa meydana getirildiği zaman, onu bir varlık haline getiren maddelere yukarıdan inen tesirler artık kesilmektedir. Tesirler kesildiği zaman varlıklar hiçbir şey yapamazlar. Aslında hiçbir şey yapamayan varlıklar değil de onlara hakim olan ruhlar olmaktadır.

          Fakat, kainat ahenk içinde bulunmaktadır ve bu da onun kusursuz bir düzene sahip olduğunu gösterir. Dolayısıyla, unutulmuş, gözden kaçmış, karışıklığa veya hatalara yol açabilecek durumlar, akışlar, bir ihtimal dahi olsa bulunmamaktadır. Onun için, ilk meydana getirilen varlık da tesirsiz kalınca, kendi aleminde öylece yapayalnız ve yardımsız bırakılmamaktadır.

          Bu varlığın, olduğu yerden bir adım öteye gidebilmesi için, yani ona hakim olan ruhun kaldığı yerden tekamülüne devam edebilmesi için, bu saydığımız sayısız organizasyonlara bağlı vazifeli varlıklardan bu varlığa yardım tesirleri gelmeye başlamaktadır. Bu tesirlere tali tesirler denmiştir. Bu varlığın, kendisine gelen tali tesirlerin neden geldiğini ve bu tesirlerle ne yapmaya başladığını basitçe izah etmeye çalışalım.

          Ruhun tekamülüne devam edebilmesi için varlığın kaba maddeler içine girmesi gerekmektedir, Bu varlık, maddi özelliğinden dolayı dünya maddesi gibi kaba maddelere bir etkide bulunamamaktadır. Atomlardan meydana getirilmiş bütün maddelerin bir sentez halinde kendi manyetik alanları bulunmaktadır. Ve maddeler de bu manyetik alanlarıyla kontrol edilebilmektedir.

          Bu acemi varlığın maddeleri kontrol edebilmesi için, önce maddeleri meydana getiren atomların manyetik alanlarına kendi tesirleriyle hakim olmayı öğrenmesi gerekmektedir. Fakat, yeni meydana getirilmiş varlık bunu yapabilecek bir kudrette değildir. Ona bir yol gösterilmesi ve yardım edilmesi gerekmektedir. Onun için vazifeli varlıklardan bu varlığa yardım tesirleri gelmeye başlar.

          Gelen tesirler, bu varlığın tesirlerine eşlik eder ve atomların manyetik alanlarına nasıl hakim olunacağını ona öğretir. Tesir gönderen vazifeli varlıklar gönderdikleri tesirlerin şiddetini derecesini ve bu tesirlerle ne yapılması gerektiğini çok iyi bilmektedirler. Varlık, burada ilk defa manyetik alanlara ve dolayısıyla maddelere hakim olmanın prensip ve mekanizmalarını kendisine eşlik eden yardımcı tesirlerle birlikte yavaş yavaş öğrenmeye başlar.

          Acemi varlığın manyetik alanlara hakim olma tecrübesi yavaş yavaş artarken, aynı zamanda, ona eşlik eden yardımcı tesirler de tam tersine yavaş yavaş azalmaya başlar. Doğal olarak varlığın manyetik alanlara hakimiyeti de ortaya çıkmaya başlar. Varlık, manyetik alanlara hakim olmayı bir kez öğrendikten sonra, onun devam eden tecrübelerine artık müdahale edilmez. Fakat her yaptığı iş ve kazandığı tecrübesi daima vazifeli varlıkların gözetimi altında bulunur.

          Bu varlık, uzun zamanlar içinde içgüdüleriyle kendi tesirlerini kullanarak, yani kendi maddesini kullanarak çeşitli atomların manyetik alanlarına tam olarak hakim olur ve bu atomlardan basit maddeleri meydana getirmeye çalışır. Maddeler, denge halinde bulunan düalitelere sahiptir ve bu dengenin bozulması maddelerde hareketi meydana getirir. Bu düalite prensibine göre çalışan vicdanın ortaya çıktığı noktaları sembolik ifadelerle biraz açalım.

          Varlığın, bir hareketi meydana getirebilmesi için sentez halindeki manyetik alanların herhangi bir kutbuna iradesini kullanarak iç güdüleriyle bir hamle yapması veya yönelmesi gerekmektedir. Kendisi bir içgüdüdür, kendisini yönelttiği zaman da bir değer eklemiş olur. Bu sanki, kendisini ortaya koyuyormuş veya kendisinden bir parçayı uzatıp ekliyormuş gibidir. Varlık, farklı zaman ve mekanlara sahip eli kolu olmayan şuurlu ve akışkan bir enerjidir.

          Eklenen değer manyetik alanların eksi yönünde ise, meydana gelen hareket sona erdiği zaman kendisinden eklenen parçanın değeri düşer. Yani kendi kendisinin değerini düşürmüş olur. Eğer, eklenen değer artı yönde ise, meydana gelen hareket sona erdiği zaman kendisinden eklenen parçanın değeri bu prensip ve mekanizma sayesinde yükselmiş ve kendisini geliştirmiş olur. Buradaki kendisi, ileride idrak ismini alacak olan içgüdüdür.

          Kısaca bu içgüdü, hakim olduğu manyetik alanlar üzerine bir hamle yaptığı zaman, düalite prensibinin değer farklanması mekanizmasıyla kendi kendisini geliştirmiş olmaktadır. Tabi onun bu hamlesiyle dolaylı yoldan basit maddeler de meydana gelmiş olmaktadır. Bitki safhalarına ulaştığı zaman ise, varlığın iradesiyle yaptığı bu atılımlar veya hamleler içgüdüsel düaliteler olarak bitki bedenlerinde görünür olmaktadır.

          Bu içgüdüsel düaliteler de, hayvanlık safhasında daha belirgin hale gelip bir sonraki insanlık safhasında yine düaliteleri olan, yani zıtları olan vicdan olmaktadır. İçgüdüler de idrak olmaktadır. Fakat, insanların idrak ve irade hürriyetine bırakılmış olan bu vicdan düalitesi, insanlık safhasında sona ermeyip vazife safhalarında da fonksiyon görmeye devam etmektedir.

          Bu durumda, varlığın vicdan mekanizmasına hakim olmaya başladığı nokta, manyetik alanlara hakim olmasını öğrenip kendisini ortaya koymaya başladığı ilk noktaya kadar, yani varlığın ilk defa meydana getirildiği zamanlara kadar uzanmaktadır.

Free Hit Counter (01.01.2016)

Copyright © 2016. The Last Knowledge.
Bu site özeldir ve ticari amaç taşımaz.