Kısa Notlar

LK banner 2016

09:44:12
 25/04/2024

Vicdanın ne olduğundan başlayarak ikinci bölüm notlarına devam edelim. Her şeyden önce insanın içinde veya dışında gizli saklı bir şeyin kalmayacağını er veya geç bir şekilde ortaya çıkacağının bilinmesi gerekir. Dünyada bedenleri olan varlıkların gerçek vazifeleri, kendilerine bağlı olan ruhların tekamül ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bu ihtiyaçlar, alemlerin yükselen basamaklarında belli bir safhadan sonra karşılanmaya başlanmaktadır. Ondan evvelki bütün safhalar varlıkların gerçek vazifelerine başlamaları için birer hazırlık niteliği taşımaktadır. Bu, vazifeye hazırlık safhalarının en sonuncusu da insanlık alemidir.


Tüm varlıklar, bu vazifeye hazırlık safhalarını tekamül mekanizmalarını kullanarak bitirmektedirler. Tekamül mekanizması ise düalite prensibi ve değer farklanması mekanizmasını kullanarak faaliyet gösterebilmektedir. Varlığı, bu hazırlık safhalarında vazifeye hazırlayan tekamül mekanizması, bir birim düaliteye sahiptir yani zıt kutupları vardır. Bu safhalar bitkiler aleminden başlamaktadır.


Varlık bir bitki bedenini ilk defa yönetirken, o bitkinin kök salması veya topraktan su çekmesi onun bir hareketi olmaktadır. Tekamülünü içgüdüsel atılımlarla otomatik olarak sağlamaya çalışan varlık, ne kadar yavaş görünürse görünsün orada meydana gelen hareketleri düalite prensibi ve değer farklanması mekanizmasını kullanarak meydana getirmektedir.

 

Varlık içgüdüsel atılımlarla başlattığı bu tekamül mekanizmasını hayvanlık alemine geçtiği zaman da kullanmaktadır. Hayvanlık aleminde de bu tekamül mekanizması otomatik olarak çalışmaya devam etmekte fakat içgüdüler biraz  daha gelişmiş olmaktadır. Kullanılan bedenler de basit hallerinden en karmaşık hallere doğru geçmektedir.

 

Varlık, bitki ve hayvanlık aleminde kullandığı bu tekamül mekanizmasını insanlık aleminde de kullanmaktadır. Fakat bu tekamül mekanizmasını  insanlık aleminde kullanmaya başladığı zaman, bunun adı bir tekamül mekanizması değil ‘vicdan’ olmaktadır. Bu vicdanı kullanan varlığın daha fazla gelişmiş olan içgüdüleri de artık içgüdü değil adı ‘idrak’ olmaktadır. Bu bilgiye göre ta en baştan beri, idrakin gelişmek için vicdanı otomatik olarak kullandığı ortaya çıkmaktadır. Vicdanı kullanan idrakin ne kadar büyük işler yapmış olduğu ve değeri burada ortaya çıkar.


Çünkü, varlık ilk defa meydana getirildiğinde onda sadece ruhundan yansıyan içgüdüler bulunmaktadır. O, bu içgüdülerini kullanarak atomları bir araya getirmiş ve kaba maddeleri ortaya çıkarmıştır. Bu maddelerden ise dünyalar, galaksiler, alemler, meydana gelmiştir. Bunlarla birlikte, bu maddelerden hücreler kurarak bedenler meydana getirmiştir. Yani tüm maddi sistemleri birbirine bağlamıştır. Tüm bunlar, o varlığa ruhundan yansımış olan o ilk basit içgüdüler sayesinde meydana gelmiştir. Bu basit içgüdüler gelişerek genişlemiş ve sonunda adı, o varlığın idraki olmuştur. Onun için, varlığın mayası idraktir, denmiştir. Varlığın mayası idrak olunca, idrak demek bir bakıma varlık demek olur.

 

Varlık, içgüdüleriyle kullandığı tekamül mekanizmasını, yani bu, idrakiyle kullandığı vicdan mekanizması demek olur, bitkiler aleminden itibaren insanlık alemine gelinceye kadar otomatik olarak kullanmaktadır. İnsandan evvelki bedenlerde görünen otomatik içgüdüler, insanda idrak olarak ortaya çıkarken, tekamül mekanizması da insanda görülen vicdan düalitesi olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü tekamül mekanizması bir birim düaliteye sahip olduğu için onun gelişmiş hali olan vicdan da bir birim düaliteye sahip olacaktır. Vicdanı idrak kullandığı için, bedenlerde görünen vicdan düalitelerinin kademeleri de elbette varlığın idrak genişliğine göre değişik seviyelerde bulunacaktır.

 

Verilen bilgilere göre insanda vicdan, otomatik, yarı idrakli ve biraz daha fazla idrakli olmak üzere üç seviyede ortaya çıkmaktadır. Otomatik vicdan safhası, varlık insanlık alemine ilk defa geçtikten sonra bile devam eden bir safhadır. Buradaki otomatik safha hayvanlarda da vardır, fakat insanlık alemindeki idrak biraz daha fazla gelişmiş olduğu için, insandaki vicdanın otomatik safhası hayvanlardaki otomatik safhadan biraz daha fazla avantajlı olarak bulunmaktadır.


Bu, idrakin biraz daha fazla gelişmiş olması insana serbest hareket etme ayrıcalığını da kazandırmaktadır. İnsana tanınan bu serbest hareket etme ayrıcalığı ise, uzun zamanlar içinde sorumluluk ve idrakin bir sezgi olarak yavaş yavaş ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu yavaş yavaş ortaya çıkan sorumluluk sezgisiyle de insan, vicdanının olumlu veya olumsuz tarafını bu serbest iradesiyle kullanmaya başlamış, yani değerler eklemeye başlamış ve onu kullanabildiği oranda da otomatik vicdan safhasından kurtulmuştur.

 

Şimdi, bir ortamda bir arada toplanmış olan hareketler topluluğu o ortamda bir madde olarak ortaya çıkmaktadır. Bu maddeleri meydana getiren içindeki hareketler varlık için bir değerler topluluğu olmaktadır. Bu değerler topluluğu olan maddenin zıt kutupları vardır ve bunlar denge halindedir. Bu maddeleri meydana getiren içindeki hareketlerin azalması veya çoğalması o maddenin değerlerinin azalması veya çoğalması demektir. Bir maddenin değerlerinin azaltılması veya çoğaltılması ise dışarıdan gelecek olan tesirlerle değiştirilebilmektedir. Yani dışarıdan gelen bir tesir, bir hareket topluluğu olan maddenin zıt kutuplarından birine eklendiği zaman değerleri artmakta ve denge bozulmaktadır. Çünkü tesir eklenen bir değer olmaktadır.

 

Maddelerin bozulan dengeleri kendi kendine denge haline gelmeye meyillidir. Onun için kutuplardan birinin artmış olan değeri diğer kutbuna doğru akmaya başlar. Bu akış esnasında hareket meydana gelir. Kutuptaki değerler eşit hale gelinceye kadar bu hareket sürer. Bir hareketler topluluğu olan madde yine eskisi gibi denge haline gelir fakat, bir değer eklenmiş ve bunu da kutuplar aralarında paylaşmış olduğu için, o madde topluluğunun değerleri biraz daha fazla artmış ve yükselmiş olur, yani o madde geliştirilmiş bir madde olur. Eğer, bir hareketler topluluğu olan maddenin değerleri azaltılırsa durum bunun tam tersi olur ve o zaman değerlerinden kaybetmiş olur. Varlığı vazifeye hazırlayan vicdan da bu mekanizmaya göre çalışıp yükselmekte veya gerilemektedir.

 

Şimdi, realiteler vicdanın unsurları olarak insanda denge halinde bulunmaktadır. Onların da zıt kutupları vardır. Gelişim aşağıdan yukarıya doğru çıktığı için, realiteleri de aşağıdan yukarıya doğru bir zincir gibi sıralamak gerekir. O takdirde bir realitenin iki zıt kutbundan biri, bir yukarıdaki realiteye diğer kutbu da bir aşağıdaki realiteye bağlı olması gerekir.

 

Aşağıdan yukarıya doğru sıralanan realiteler, yukarı çıktıkça değerleri artmış, aşağı indikçe de değerleri azalmış olacaktır. Bir realitenin üst realiteye bağlanan tarafı, varlığı vazifeye hazırlayan olumlu taraf olacak, o realitenin bir alt realiteye bağlanan tarafı da varlığı vazifeye hazırlamaktan alıkoyan taraf olacaktır.

 

Aşağıdan yukarıya doğru sıralanan realitelerden her hangi birinin üst tarafı, yani olumlu tarafı, bir yukarıdaki realitenin olumsuz alt tarafı olacak, bu realitenin olumsuz alt tarafı da bir alttaki realitenin üst olumlu tarafı olacaktır. Bu realitelerin yukarı çıkan basamakları bir insanın gelecekte yaşayacağı realiteler olacak, aşağı inen basamakları da geçmişte yaşanıp ihtiyaç duyulmayan realiteler olacaktır. Bu durumda, şimdiki realite yaşanmış realitelerin sonuçları olacak ve eski realitelerin bilgileri şimdiki realitenin içinde karışmış olarak bulunacaktır.

 

Her realitenin bulunduğu bir kademesi vardır. Bu realitelerden herhangi birisi üst tarafından değerler alırsa o tarafın değerleri artıp dengesi bozulacaktır. Artan değerler o realitenin diğer kutbuna akarak bir hareketi meydana getirecek ve denge tekrar kurulacaktır. Fakat, bir değer eklenmiş olduğu için, o realite dengeye geldiği zaman eski denge seviyesinde bulunmayacak, bir üst kademenin realitesine doğru yükselmiş olacaktır.


Eğer, bu realite alt tarafından değerler alırsa, o tarafın değerleri artıp yine dengesi bozulacaktır. Artan değerler o realitenin diğer kutbuna akarak bir hareketi meydana getirecek ve yine denge tekrar kurulacaktır. Fakat, bir değer eklenmiş olduğu için o realite dengeye geldiği zaman eski denge seviyesinde bulunmayacak, bu defa bir alt kademenin realitesine doğru düşmüş olacaktır.  

 

Bu realitelerin her hangi birisi üst tarafından devamlı değerler alırsa, yani bir insanın rehberi bilgi, sevgi, hoşgörü, olursa, vicdanı kullanan idrak, vazife bilgisinin sezgilerini kazanmaya doğru devamlı yükselecektir. Eğer, bu realitelerden her hangi birisi alt tarafından devamlı değerler alırsa, yani bir insan vicdani uyarıları dikkate almaz ise, o zaman bu realitenin alt tarafı sürekli değerler alacak ve o insanın vicdan kademesi de aşağılara doğru inecektir.


Fakat, verilen bilgilere göre, vicdan kademesinin sürekli aşağılara inmesi genel tekamül prensiplerine aykırı bulunduğu için buna izin verilmemektedir. Onun için de böyle bir durum meydana gelirse o varlığın yardımcıları hemen müdahale ederek durumu düzeltmek için yardımcı olmaktadır. Yardımcı varlıkların yardım etme şekilleri de, tesirler göndererek o insanı çok ağır hayat şartları içerisine sürükleyip kendi özgür iradesiyle vicdanının olumlu tarafına yönelmesini sağlamak şeklinde olmaktadır.


Çünkü insanlık safhasındaki bu vicdan mekanizmasına eklenecek değerler insanın özgür iradesine bırakılmıştır. Yardımcı varlığın kendisi vicdanın olumlu tarafına değerler ekleyip yardımcı olmamaktadır. Çünkü varlık idrakini bu realiteler içinde yaşayarak geliştirebilmektedir. Onun için bu değerleri vicdanının olumlu tarafına varlığın kendisinin eklemesi şarttır.


Şimdi, bir insanın realitesini onun idraki ayarlamaktadır. Bir realitenin iki kutbundan birisi yukarıya uzanıp vazife unsurlarını oluşturuyor, diğeri de aşağı uzanıp nefsaniyet unsurlarını oluşturuyordu. İnsan için bir realitenin üst unsurları iyi olmakta, aynı realitenin alt unsurları da kötü olmaktadır. İkisinden bir tanesi olmadığı zaman vicdan mekanizması çalışmamaktadır. Bu durumda bir insanın sevmediği kötülüklerin değeriyle daima önerilen iyiliklerin değeri eşit olmaktadır. Varlık bir insanın bu realitesinden nasıl faydalanıp da vazife yapmaya başlayacak kısaca izah edelim.


Varlık vazife hazırlığına ta bitkiler aleminden başlamaktadır. Bitki bedenlerini nasıl araç olarak kullanıyorsa insan bedenlerini de aynı şekilde araç olarak kullanmaktadır. İnsandaki realite, varlık için çok kaba bir bilgi birikimi olmaktadır. Varlığın bünyesi bu kaba bilgileri olduğu gibi alıp kabul etmeye müsait değildir. Onun için varlığın bu bilgileri alıp kabul edebilmesi için uyguladığı bir yöntem vardır ve o da şudur.


Şimdi, bir insan dünyada her gün bir takım olaylar yaşamaktadır. Birine merhaba demek alışkanlığı dahi varlık için bir olaydır. O günün akşamı bu insan yatıp uyur. Onun vicdanı kendi seviyesine göre o gün yaşadığı olayları daha önce yaşadığı olaylarla kabaca kıyas eder. Sonuçlarını, daha sonraki günlerde yaşanacak olaylarda kullanmak üzere bir kıyas bilgisi olarak şuur dışına kaydeder.


Bu insan ertesi sabah uyanıp kalkar ve yine bir takım olaylar yaşamaya başlar. Karşılaştığı her hangi bir olayı çözüme kavuşturmak için şuur dışındaki bilgilerini kullanır, yani aklına şuur dışından fikirler gelmeye başlar. Bir çözüm bulur veya bulmaz her iki halde de özgür iradesiyle bir çaba harcamış ve bir sonuç elde etmiş olur. Bu insan o günün akşamı yine yatıp uyur. Onun vicdanı bu son yaşadığı olayları da alıp daha önce şuur dışında kaydedilmiş olan eski bilgilerle tekrar kıyas eder. Sonuçlarını, yine daha sonraki günlerde yaşanacak olan olaylarda kullanmak üzere bir kıyas bilgisi olarak şuur dışına kaydeder.


Şuur dışında biriken bu bilgiler o insanın dünya realitesini meydana getirir. Realite demek aynı zamanda bilgi demektir. Şuur dışı, insanla öz varlığı arasında geçici olarak meydana getirilen bir şuur alanıdır yani manyetik bir alandır. Bu insan dünyada yıllarca yaşar, günü gelir ömrü biter ve varlık o bedeni bırakır. Şuur dışında birikmiş olan dünya bilgilerini varlık tek tek açmaya başlar. İnsan için unutulmuş olan hiçbir dünya bilgisi kalmaz hepsi hatırlanır.


Yani insan bedeni olmadığı halde dünya hayatında yaşadığı her şeyi tekrar yaşamaya başlar. Varlık ise ince ve özel bilgilere sahiptir. Bu kaba dünya bilgilerini kendine özel bilgisiyle karşılaştırır. Bu karşılaştırmayı yaparken aynı zamanda serbest çalışan vicdan mekanizmasıyla bu bilgilerin değerlerini de yükseltir. Değerleri yükseltilmiş dünya bilgilerini alıp kendi özel ve ince bilgilerinin üzerine ekler. Varlığın bu bilgileri tertipli ve düzenlidir.


Bu bilgiler artık bir insanın anlayabileceği bir bilgi olmaz. Kaba dünya bilgilerinin  çok ince manalara dönüşmüş bir karşılığı olur. Varlığın artan bu özel bilgisiyle birlikte idraki de genişlemiş ve varlık gelişmiş olur. Zaten idrak demek varlık demek olduğu için, idrakin genişlemesi varlığın gelişmesi demektir. Varlık, bir insanın realitesinden bu şekilde faydalanıp vazife safhasına hazırlanmaktadır.

Kısaca, varlık ilk defa dünyada bedenler kurup yönetmeye başladıktan sonra, elde ettiği dünyaya ait kaba bilgileri serbest çalışan vicdan mekanizmasıyla yükselterek kendine mal ettiği bilgilere öz bilgi denmiştir. Bu öz bilgiler insanlar tarafından idrak edilemez. Bu öz bilgiler varlığın şuur altında tertipli ve düzenli bir şekilde birikerek orada bir öz bilgi sentezi oluşmaktadır. Varlık buradaki öz bilgileri kendi idrakiyle kendi ruhuna yansıtır. Ruhun o an için gerekli olan tekamül ihtiyacını karşılar.

 

Varlığın kendi idrakine öz idrak denmiştir. Buradan öz idrakin ruha en yakın bir araç olduğu ortaya çıkmaktadır. Ruhun tekamül ihtiyacı devam ettiği için bu ihtiyaç varlığa yansır. Varlık da birikmiş olan bu öz bilgileriyle tekrar dünyaya döner ve dünyaya ait idrak ve vicdanı tekrar beslemeye başlar. Varlığın öz bilgi sentezi dünyadaki idrak ve vicdan mekanizmasıyla tekrar zenginleşmeye başlar. Varlık biraz daha artmış olan bu öz bilgileri kendi öz idrakiyle tekrar kendi ruhuna yansıtır. Ve, ruhun tekamül ihtiyacı bu yolla karşılanmaya devam ederken, varlığın gelişimi de buna paralel olarak yükselmeye devam eder.


Şimdi, dünya bilgileri varlığın öz bilgilerini artırırken burada sebep sonuç prensibinden faydalanılmaktadır. Sebep sonuç prensibi, kainattaki tüm maddelerin her türlü hal ve şekillerini birbirine bağlayarak sebepler ve sonuçlar şeklinde ortaya çıkan bir prensiptir. Olaylar da sebep sonuç prensibini takip ederler. Her olay bir önceki olayın sonucu olur ve bir sonraki olayın sebebi olur. Böylece tüm olaylar da sebep sonuç prensibiyle birbirine bağlanmış olur.


Mesela idrakler gelişirken kıyas bilgilerini kullanmaktadır. Fakat kıyas bilgileri de olaylardan elde edilmektedir. Olaylar da sebep sonuç prensibine göre meydana gelmektedir. O zaman bir idrakin gelişmesi, kıyas bilgilerinin bir olaydaki sebep sonuç prensibine uyumu oranında olacaktır. Bu demektir ki, kıyas bilgileriyle sebep sonuç prensibinin bir iş yapabilmesi için olaylara ihtiyaç vardır. Yani idraklerin, olaylardaki sebep sonuç bağlantılarına uyumları oranında yeni bilgiler elde edilir.


Eğer bir insan, vicdanının üst kademelerine yönelecek gücü kendisinde bulamıyor ise, onun ihtiyacı olan bilgileri meydana getirecek olan olayları onun yardımcı varlığı organize edecektir. Yardımcı varlıklar tesirler göndererek o insan için gerekli olan olayları bizzat o insana yaptırtırlar. O insan da bir anda kendisini, kendisinin sebep olduğu olayların içinde bulur. Bu tatsız olaylar da ister istemez o insanı bir kıyas bilgisine zoraki olarak götürür ve ihtiyacı olan bilgileri elde etmiş olur. Fakat kıyas bilgisi elde edilirken acı ve ıstırap onun tek yardımcısı olacaktır. Bu durumda acı ve ıstırabın da ne kadar büyük ve önemli işlere yaradığı ortaya çıkmış olur.


Şimdi, olaylar insanı bir kıyas bilgisine götürürken, insan bu olaylara direkt veya dolaylı yollardan karışmış olabilir. Kıyas bilgilerinin en temiz ve en kısa yoldan elde edilebilmesi için bir insanın olayların içine bizzat karışıp yaşaması gerekir. Fakat, insan her olayın içine bizzat karışıp yaşayamaz, ne takati kalır nede ömrü yeter. Onun için, idraki geliştiren kıyas bilgileri direkt ve dolaylı olmak üzere iki yoldan sağlanmaktadır. Birincisi, insanın kendisi üzerinde yaşayarak, ikincisi, kendi dışındaki olayları yaşayarak, yani gözlem yaparak, ibret alarak, belki haberleri dinleyerek elde ettiği bilgilerden kıyas bilgilerini sağlar. Kendi dışındaki olaylar da yine dışarıdan gönderilen tesirlerle dışarıda meydana getirilmektedir.


Dışarıda meydana getirilen bu olaylardan, insanın beyninde meydana gelen idrak titreşimleri çok daha farklı sonuçlar çıkarmaktadır. Ve, bu sonuçlar da dünyada yeni bilgileri meydana getirmektedir. İdrakler geliştikçe bu bilgilerin de kapsamı artmakta ve kendi aralarında dallara ayrılmaktadır. Yani ne kadar ilim, bilim dalı varsa, resim, müzik, sanat, tıp, siyaset, vs, meydana gelir. Bu bilgiler, genişleyen idrakin olay maddelerinden meydana getirmiş olduğu sonuçlardır. Varlık için bunlar büyük değerlere sahip fırsat imkanlarıdır. Onun için varlıklar bu bilgilerden mümkün olduğu kadar fazla yararlanmaya çalışır.


Yalnız, varlıklar dünyadan öz bilgi elde ederlerken kullandıkları tekamül mekanizmalarıyla birlikte, yani vicdanla birlikte yardımcı olarak bir tekamül aracını daha kullanmaktadır. Ve, bu araç da sevgidir. Sevgi, herhangi bir şeyin çekiciliğine kapılmadır. Fakat bir çekiciliğe kapılmanın göründüğünden çok daha derin anlamları bulunmaktadır.

 

Çünkü bir çekiciliğe kapılmanın görünüşü ta bitkiler alemindeyken içgüdüler halinde görünen hareketler olarak başlamakta, ve hayvanlık aleminde de daha az maddileşmiş olarak kendini belli etmektedir. İnsanlık aleminde ise gelişmiş ve zenginleşmiş bir duygu olarak ortaya çıkmakta ve vazifesini yaptıktan sonra da dağılmaktadır. Sevginin insanda nasıl meydana geldiğini kısaca izah edelim.

 

Verilen bilgilere göre, varlıkların bazı ihtiyaçlarını karşılamak için, vazifeli varlıkların müdahalesiyle insan beyninin belirli kısımlarında çok ince ve hassas maddi bileşikler ve sistemler oluşturulmaktadır. Bu bileşiklerin titreşimleri yayılarak o insanın etrafında güçlü bir manyetik alan meydana getirmektedir. Bu titreşimler çok yüksek titreşimlerdir. Bu titreşimlerin meydana getirdiği manyetik alanın çekici bir özelliği vardır. Veya itici bir özelliği vardır.


Bu manyetik alan, kendisiyle uyumlu olan diğer bir çok manyetik alanları da üzerine çeker. Aynı şekilde çektiği gibi kendisi de diğer manyetik alanlar tarafından çekilir. Bu manyetik alanlara sahip olan insanlar birbirlerine sempati duyarlar ve birbirlerini severler. Bu çok hassas maddi bileşikler, titreşim yaydığı sürece sevgiler devam eder. Bu bileşikler her ne amaç için meydana getirilmiş ise, amaç yerine geldikten sonra bu bileşikler de yavaş yavaş dağılmaya başlar. Dağılmanın derecesine göre de malum sevgiler sona erer.


Eğer, insan beyninin belirli kısımlarında meydana getirilen bu hassas bileşikler sevgi uyandıran titreşimlerden biraz daha düşük ise, o insanın etrafında yine bir manyetik alan meydana getirir. Bu manyetik alan da kendisiyle uyumlu olan manyetik alanları çeker, aynı şekilde kendisi de o alanlar tarafından çekilir. Bunlar da nefret uyandıran manyetik alanlardır. Her iki titreşimde yüksek frekanslara sahiptir fakat biraz daha fazla olan sevgi uyandırırken diğeri nefret uyandırmaktadır.


Kalabalık içinde bulunurken bu manyetik alanları hissedebilirsiniz. Birbirini sevenler birbirinden nefret edenlerden daha yüksek frekansta olduğu için daha güçlüdür. Eğer nefret uyandıran frekanslar sevgi uyandıran frekanslara yükseltilecek olursa çok büyük ve güçlü bir manyetik alan meydana getirecektir.


Şimdi, sevgi daima vicdanın üst unsurlarıyla  sempatize olmaya eğilimli olduğu için vicdanın denge seviyesinin de sürekli yukarılara çıkmasına sebep olmaktadır. Fakat bazen de vicdanın alt unsurlarına karışarak ıstıraplı bir yoldan kıyas bilgilerinin elde edilmesine ve sonuçta yine vicdanın denge seviyesinin yükselmesine sebep olmaktadır. Yani sevgi, vicdanın denge seviyesini direkt ve dolaylı olarak her iki halde de yükseltmektedir.


Eğer, sevgi titreşimlerine daha düşük titreşimler karışırsa, yani kıskançlık, bencillik, kendini büyük görmek, herkes tarafından tanınmış olmak sevdası, vs, gibi düşük titreşimler sevgi titreşimlerinin yüksek titreşimlerini yavaş yavaş bozmaya ve enerjilerini düşürmeye başlar. Ağırlaşan enerjiler doğal olarak daha alt realitelerin unsurlarıyla uyum sağlamaya başlar. Daha önce söylendiği gibi, vicdan denge seviyelerinin olduğu yerden daha aşağıya inmesine izin verilmez, derhal müdahale edilir. Müdahalelerin de zoraki bir gelişmeyi şart koştuğunu ve ancak azap ve ıstırapla telafi edildiğini anlamış olmak gerekir.

 

Dikkat edilirse, sevgiyle yapılan her hangi bir iş veya bir yardım, vicdanın olumlu tarafında bir huzur ve ferahlık uyandırmaktadır. Sevgiye karışan kıskançlıkla bir kalp kırıldığı zaman da bir huzursuzluk ve bir sıkıntı başlamaktadır. Birincisi nasıl ki insan şuurunda ortaya çıkan hızlı bir gelişmeyi ifade ediyorsa ikincisinde de insan şuurunda yavaşlamış ve ağırlaşmış bir geriliği ifade etmektedir.

 

İnsanlığın ilk zamanlarında sevgiye karışan bencillik malzemeleri çok fazla idi. Çünkü o zamanlarda vicdan denge seviyeleri çok aşağılarda idi. Bugün bu denge seviyeleri her insanda farklı da olsa yükselmeye devam etmektedir. Vicdan denge seviyeleri ne kadar yukarı çıkar ise, sevgiye karışan bencillik malzemeleri o kadar azalacak ve sevgi unsuru da daha saf ve temiz bir hale gelecektir.


Bu seviyelere kadar yükselmiş bir vicdan dengesi bu dünyanın bir insana kazandıracağı en son ve en yüksek bir mertebe olmaktadır. Çünkü bu durum, o insanın vazife safhasının başlarına yaklaşmış olduğunu göstermektedir. Bu insan artık, bu dünyada geçen on binlerce yılın sonunda kazandığı öz bilgilerle huzurlu ve mutlu bir varlık olarak dünyadan ayrılıp gerçek bir vazifenin başladığı safhaya geçebilecektir. Elbette bu safhada vicdan düalitesi değişir ve onun yerini farklı bir vazife düalitesi alır.


Fakat bu vazife safhasından evvel, bir hazırlık safhası olan bu dünyada yaşadığımız bilgi, idrak, sevgi, vicdan, dünya zamanının idrakine göre dünya hal ve şekilleri olmaktadır. Bütün bunlar dünyada varlığa hizmet etmesi için vardır, ve bunların ince ve yüksek manaları öz varlıkta bulunmaktadır. Varlıktaki bu yüksek değerler ruhun bu kainatta ne kadar yol kat ettiğini göstermektedir.


Şimdi, varlıklar dünyadan öz bilgi elde ederlerken kullanılan bu unsurların yanında başka bir yardımcı bir unsur daha vardır. Bu unsur da, vazifeli varlıkların insan varlıklarına gönderdikleri tesirlerdir. Fakat önce bir insan varlığıyla bir insan bedeni arasındaki bağlantıların ne şekilde kurulmuş olduğuna bir göz atalım.


Varlık, çok ince partiküllerden meydana getirilmiş maddi bir topluluktur. Bu partiküller bilinen maddelerin özelliklerini taşımadığı için buna bir enerjiler topluluğu demek yerinde olur. Yani bu yüksek titreşimli maddi topluluğuna enerji topluluğu diyoruz. Bu topluluk, yani varlık, kendi ortamında serbest halde bulunmaktadır. Bedensiz bir varlık, enerjisinin yaklaşık yüzde doksanını bir insan bedenini idare etmek için bağlamaktadır. Bu durumda bir varlığın yaklaşık yüzde on civarında bir enerjisi bu beden idaresinin dışında serbest olarak kalmaktadır. O kalan yaklaşık yüzde onluk kısmına şuur ötesi denmiş ve o da kendi aralarında ikiye ayrılmıştır.


Birincisine, varlığın şuur altı denmiştir. Burası, varlığın dış alemlere kapalı olan bir kısmıdır. Varlık, dünya tecrübelerinin sonuçlarını kendi diline çevirip burada tertipli ve düzenli bir şekilde saklamaktadır. Burada biriken bilgilere öz bilgi denmiştir. Şuur ötesinin diğer kısmına da varlığın şuur üstü denmiştir, burası ise, varlığın dış alemlere açık olan bir kısmıdır. Burası, bu varlığın diğer varlıklarla iletişim kurduğu ve aynı zamanda o varlığın ruhunun da bağlı olduğu bir yeridir.


Şimdi, insan bedeni baştan aşağı olduğu gibi hücreler topluluğudur. Bu hücrelerin ilkel olanları bulunduğu gibi gelişmiş olanları da bulunmaktadır. Hepsinin de kendi özelliklerine göre yaptığı vazifeler ve hareket şekilleri vardır. Bu hücrelerden en gelişmiş ve en hareketli olanları insanın beyninde toplanmış ve yüz civarında bir merkez meydana getirmişlerdir. Fakat bu merkezleri oluşturan hücrelerden çok daha fazla gelişmiş olanları beynin belirli bir bölgesinde toplanıp tek bir merkez oluşturmuş, ve bunlar da diğer yüz civarındaki merkezi idare etmektedir. Tek merkezin idare ettiği bu yüz civarındaki merkez de, bedenin diğer belirli yerlerinde bulunan yaklaşık bin civarındaki merkezi idare etmektedir.


Bu tek merkeze şuur merkezi denmiştir. İnsandaki şuur, insan varlığının bu şuur merkezindeki hücrelerin meydana getirdiği manyetik alanlarının sentezine direkt bağlantısından yansıyan kısımlarıdır. Bu insan şuurunun, şuur ötesiyle direkt bir bağlantısı yoktur. İkisini birbirine bağlayan bir de şuur dışı vardır. Burası da dünyadan elde edilen bilgilerin geçici olarak biriktirildiği bir yeridir.  İnsan, burada birikmiş olan dünya bilgilerini tecrübelerini artırmak için tekrar kullandığı gibi, bu varlık veya diğer varlıklar da bu insana bir bilgi vermek istedikleri zaman yine buradaki bilgileri kullanarak o insana bilgiler vermektedir. Yani şuur dışı, varlığın ve insanın ortak kullanıma sahip bir kısmıdır.


Varlık, en yüksek titreşimlere sahip olan hücrelerin meydana getirdiği tek merkez olan şuur merkezine bağlanmıştır. Şuur merkezi, beyinde bulunan yüz civarındaki merkezi idare etmekle hem beden tarafından dünyaya bağlı olmakta, hem de varlığa bağlanarak dünya üstü bir aleme bağlı olmaktadır. İki alem arasında çalışan bu merkez, faaliyetlerini meydana getirdikleri molekül hareketleriyle yapmaktadır. Buradaki hücreler normal durumdayken sabit bir titreşime sahiptir.

 

Bu varlığa başka bir varlık eğer bir tesir gönderirse, bu tesir bu varlığın şuur ötesinden girip şuur dışı kanalından geçerek şuur merkezine iner. Buradaki hücrelerin sabit titreşimlerini artırır. Titreşimler artınca moleküllerin hareketlerini de hızlandırır ve idrak genişler. Çünkü idrak, buradaki bir kısım moleküllerin normal hareketleridir. İdrak genişleyince, o insan kendisine gelen tesirin manalarını yorumlar, ve bu tesirleri bir bilgi olarak dünyaya aktarır. Bu şekilde bilgi aktaran insanlara entüvitif medyum denir. Eğer bu tesirler medyumdan geçip kendi dışındaki maddelere akarsa, düalite prensibinin değer farklanması mekanizmasını kullanarak maddelerde bir takım değişiklikleri meydana getirir. O zaman da bu medyuma fizik medyumu denir.


Şimdi, insan bir şeyi görür, duyar, anlar, gözleriyle gördüğü veya kulaklarıyla duyduğu şeyler bu organları idare eden beynin sorumlu merkezlerine gider. Ve o merkezler de bu bilgileri şuur merkezine iletir. Şuur merkezinde görünen veya duyulan şeyle ilgili bir idrak meydana gelir. Bu idrak, bedenin bağlı olduğu zaman içinde dünyada meydana gelen bir idraktir.

 

Şuur merkezinde idrak olarak ortaya çıkan bu bilgi, şuur dışı kanalından geçip şuur üstüne çıkar, ve orada da varlığa ait bir idrak meydana gelir. Şuur dışı kanalından yukarıya çıkarken, konuyla ilgisi olan başka bilgiler de araya karışıp beraberinde çıkabilir. Varlığa ait idrak serbest enerjiler ortamında meydana geldiği için çok daha geniştir. İnsanın idrak ettiği basit bir bilgiyi, o insanı idare eden varlık, o insanın anlayamayacağı bir şekilde yüksek düzeyden tekrar başka türlü idrak eder. Varlığın bu yüksek idraki insan idraki üzerinde kalır. Onun için varlığın idrakiyle insan idraki, kaba ve ince olmak üzere birbirinden ayrılmış iki ayrı idrak olur.

 

Şimdi, bir insanın normal gün içindeki şuuru, hem varlıkla hem de dünyadaki olaylarla sürekli irtibat halindedir. Beyindeki merkezler de açık ve faal durumdadır. İnsan şuuruna hem varlıktan hem de dünyadan tesirler gelmektedir. Bedenin tüm organlarını idare eden insandaki şuur merkezidir. Fakat, varlık şuur ötesinden şuur merkezine gönderdiği tesirlerle insanın sinir sistemine hakim olup bedenin tüm organlarını yönetmektedir.

 

O gün sona erer ve akşam olur. İnsanın şuuru da dahil olmak üzere beyindeki merkezlerin faaliyeti yavaş yavaş şuur dışına doğru dönmeye başlar, ve dünya ile alakalarını kesmeye başlarlar. O insan da yavaş yavaş uyuklamaya başlar. Merkezler şuur dışına tam bağlanınca o insanda uyur. Bu duruma merkezlerin içe dönmesi denmektedir. Burada merkezler dış dünyaya karşı pasif, fakat iç dünyaya karşı aktif durumda bulunmaktadır. O gün boyu yaşanan dünya olayları, vicdan mekanizmasıyla kabaca bir gözden geçirilip bir kıyas bilgisi olarak şuur dışına aktarılır. Ve bu bilgiler bir hayat boyu orada kalırlar. Bu dünya bilgilerinin sağlıklı bir şekilde şuur dışında toplanabilmesi için bir insanın her günün sonunda uyuması gerekir. 

 

Bu bilgilere göre, bir insan uyuduğu zaman rüyayı nasıl görür? Bir insan uykuda olduğu zaman şuuru ve beyindeki merkezler şuur dışına bağlanmış durumdadır. Gidip uyuyan birini dürtüklerseniz, bedenin fizik temasla ilgili sorumlu beyin merkezi bu uyarıyı alıp direkt şuur dışı kanalından şuur altına aktarır. Bu sorumlu merkez içe dönmüş ve orada yaptığı başka işleri vardır. Şuur altında geçmiş hayatlardan biriken bilgiler tertipli ve düzenli bir şekilde sıralanmıştır. Dürtüklemeyle başlayıp şuur altına giden uyarı, şuur altındaki geçmiş hayatların izlenimlerinden kendisine uygun olanları rast gele seçip onları hareketlendirir. Şuur altında otomatik olarak bir imajinasyon işlemini başlatır.

 

Burada otomatik olarak meydana gelen imajlar, şuur dışı kanalından şuur merkezine iner ve buradaki titreşimleri artırır. Titreşimleri artırırken imajlar da idrak edilir. Yani o insan o anda o rüyayı görür, fakat aynı anda da uyanır. Dürtmeyle başlayan uyarının sorumlu beyin merkezine gidip, oradan şuur ötesine geçip, oradan da şuur altına inip, otomatik imajları meydana getirdikten sonra, şuur dışından şuur merkezine gelip de, titreşimlerini artırması ve imajların idrak edilmesi bir saniyeden kısa sürmektedir. O zaman rüyanın sürekli görünen bir şey olmadığı, bir anda meydana getirilen çeşitli otomatik imajların olduğu ortaya çıkmaktadır.


Bir de şuur ötesinden gönderilen tesirlerle görünen rüyalar vardır. Şuur ötesinden gönderilen tesirler maksatlıdır, bir amaca hizmet etmesi için gönderilir. Bu rüyalardaki amaç, üzerinde devamlı düşünülen bir sorunun cevabı olabilir, gelecekle ilgili bazı olayların bazı safhaları olabilir, yaklaşan bir tehlikeyi ikaz etmek olabilir, veya bir takım eğitici yada öğretici bilgiler olabilir.

Bir varlık, bir insana rüya göstermek istediği zaman, rüyayla ilgili tesirlerini o insanın varlığının şuur üstüne gönderir. Bu titreşimler şuur üstünden şuur dışına gelir, ve kendine uygun bilgileri alıp oradan şuur merkezine gönderir. Şuur merkezine gelen tesirler idrake ait moleküllerin titreşimini artırır. Ve bunlar imajlar olarak insan şuurunda ortaya çıkar. Tesir gönderen varlık gerekli görürse şuur altındaki geçmiş hayatların bilgilerini de kullanabilir. Öncekinde, yani bir insan uyurken dürtüldüğünde, şuur altı materyalleri kullanılırken ikincisinde şuur dışı materyalleri kullanılmaktadır. Varlıkların gönderdikleri tesirlerle görülen rüyalar diğerine göre daha düzenli, daha canlı ve unutulmaz olurlar.

 

Şimdi, insanla varlık arasındaki bu bağlantılar anlaşıldığı takdirde medyumluğun mekanizmaları da anlaşılacaktır. Yüksek bir varlığın gönderdiği tesirler çıktığı yerden itibaren bedenli varlığa gelene kadar en ince hallerinden en yoğun hallerine kadar kat kat tesir sahalarından süzülerek inmektedir. Bu tesir sahaları varlıkların gelişmişlik derecelerinin farklı olmasından dolayı ortaya çıkmıştır. Yani bu sahaların her birini ayrı ayrı vazifeli varlıkların manyetik alanları meydana getirmektedir.

 

Yukarıdan tesirler gönderen varlıkların gelişmişlik seviyeleri medyumun gelişmişlik seviyesine yaklaştıkça kullanılan tesir sahaları doğal olarak azalır, ve sonunda hiçbir tesir sahası kullanılmadan tesirler direkt olarak medyumun şuur üstüne gönderilebilir. Şimdi, vazifeli bir varlık dünyada seçtiği bir medyuma tesirlerini göndermeye başlar. Bu tesir, birçok tesir sahalarından süzülerek medyumun varlığının şuur üstüne gelir. Bu tesir, içinde taşıdığı bir bilginin nasıl aktarılması gerekiyorsa bu özelliklerini de kendi içinde taşıyarak gelir.

 

Şuur üstüne gelen bu tesir, şuur dışı kanalından geçerek şuur merkezine iner. Şuur merkezine inince buradaki moleküllerin normal haldeki titreşimlerini artırır ve kabiliyetlerini yükseltir. Buradaki moleküllerin bir kısmı idrakle ilgili diğer kısımları ise beyin merkezlerinin yönetimiyle ilgili faaliyetlerde bulunmaktadır. Şuur merkezi, kendisine gelen bu tesirin içeriğinde bulunan özelliklerine göre, eğer bu özellik konuşmayla ilgili ise, bu tesirleri beyinde bulunan konuşmayla ilgili merkeze gönderir. Geri yansıma özelliği olan bu tesir, medyum daha konuşmadan, her ne konuşacak idi ise, bu konuşacağı bilgiler bir tesir olarak geldiği yoldan geri döner.

 

Önce beynin şuur merkezine, oradan şuur dışına, oradan da şuur üstüne çıkıp tesir gönderen vazifeli varlığa kadar geri gider. Vazifeli varlık geri yansıyan bu tesirden medyumun neleri konuşmak üzere olduğunu bilir. Ve, vermek istediği bilgiler eğer bunlar ise tasdik edip tekrar gönderir. Bu tesir, şuur üstünden şuur dışı kanalıyla şuur merkezine tekrar gelir. Şuur merkezi bu onay tesirini alır almaz konuşma merkezine konuşması için izin verir, ve medyum ne konuştuğunu bilerek konuşmaya başlar.

 

Vazifeli varlıktan gönderilen bu tesirler konuşmaya çevrilirken, gerekli olan kelimeleri medyumun şuur dışında birikmiş olan dünya bilgilerinden alır. Şuur dışındaki bilgilerin dili, medyumun bu dünya hayatında öğrenmiş olduğu ana dilidir. Eğer aynı vazifeli varlık, aynı tesirleri başka bir ülkenin medyumuna gönderseydi, o ülkenin diline sahip medyumu bu tesirleri alıp kendi ana dilinde, yani bize göre yabancı bir dilde dünyaya aktarmış olacaktı.


Eğer, vazifeli varlığın vermek istediği bilgiler şuur dışındaki materyallerle ifade edilemez ise, o zaman şuur altına uzanıp geçmiş hayatlardan biriken bilgilerden istediğini alır ve onları şuur merkezine ve oradan da konuşma merkezine göndererek kelimelere çevirir ve yine ifade eder. Eğer, medyumun bu dünya hayatına ait olmayan bu şuur altındaki bilgiler, şuur merkezinde idrakle ilgili moleküllere dokunmadan direkt konuşma merkezine gönderilirse o zaman medyum ne konuştuğunun idrakinde olmaz.

 

Şimdi, bu kontrollü irtibatlarda vazifeli varlık vermek istediği bilgilerin medyum tarafından bilinmesini istemeyebilir. O zaman bu ayar, bu varlığın gönderdiği tesirlerin içerisinde önceden hazır olarak bulunur. Bu özelliğe sahip tesirler, şuur üstünden şuur dışı kanalıyla şuur merkezine inince, şuur merkezinde idrakle ilgili moleküllere dokunmaz, yalnız diğer moleküllerin titreşimini artırır. Bu tesir, buradan direkt konuşma merkezine gönderilir. Medyum daha konuşmadan, yine her ne konuşacaksa idi ise, bu konuşacağı bilgiler bir tesir olarak geldiği yoldan geri döner ve vazifeli varlığa kadar ulaşır.


Varlık bu tesiri kontrol eder, eğer medyumun konuşacağı bilgiler bunlar ise onaylayıp tekrar gönderir. Bu tesir, aynı yoldan tekrar gelip şuur üstüne, oradan şuur dışı kanalını kullanarak şuur merkezine iner. Ve orada yine idrak moleküllerine dokunmadan direkt konuşma merkezine geçer ve medyum konuşmaya başlar. Medyum ne konuştuğunun idrakinde olmaz. Fakat, medyumun kendi öz varlığı vardır. Bu varlık medyumun şuur merkezine hakimdir. Dışarıdaki bir varlığın bu şuur merkezini kullanarak ne tür tesirler gönderdiğini, medyuma neler konuşturttuğunu, medyumun kendisi bilmez fakat bu öz varlığı bilmektedir.


İdrakli kontrollerde şuur merkezindeki idrak moleküllerinin titreşimi artırılır. İdraksiz kontrollerde ise buradaki idrak moleküllerine dokunulmaz. Bu durum, bir bilgisayarın çok uzaklardaki bir bilgisayarı sahibinden haberli ve habersiz olarak kontrol etmesine benzetilebilir.


Şimdi, diğer türlü bir irtibat şekli ise şöyledir. Yüksek vazifeli varlıklardan değil de, daha aşağılarda bulunan orta seviyelerde bir varlık, seçtiği bir medyuma tesirlerini göndermeye başlar. Bu varlık, tesirleri göndermeye başlarken, onun bir üzerinde bulunan başka bir varlık da, alttaki varlığın gönderdiği tesirler yerine ulaşsın diye ayrıca kendisi de tesir göndermeye başlar. Bu tesirler hakkında daha evvel, öncü, güdücü ve dirijan tesirler olarak bahsedilmişti.


Varlıklar bu tesirleri gönderirken, bu tesirler diğer tesirlerle karışmasın ve medyuma sağlıklı bir şekilde ulaşsın diye, çok daha yukarılarda bulunan yüksek vazifeli varlıklar da bir tesir gönderir, ve bu iki tesire eşlik eder. Orta seviyeli varlığın gönderdiği tesire iki tesir daha eklenmiş olur. Bu tesirler, medyumun kabul edebileceği seviyeye gelene kadar güçleri tesir sahalarında düşürülür. Orta seviyeli varlığın medyuma ne tür bir tesir gönderdiği ve içeriği, o tesire eşlik eden iki tesiri gönderen varlıklar tarafından kontrol edilmiş ve bilinmiş olur. Yani bir varlık hiç kimseden habersiz kendi kafasına göre dünyaya bir bilgi aktaramaz. Aktarılan bir bilgiyi ancak insan birbirinden saklar.

 

Orta seviyeli varlığın gönderdiği tesirleri taşıyan iki tesir, medyumun şuur üstü sahasına kadar getirir ve orada bırakır. Şuur üstüne gelen bu tesir, oradan şuur dışına iner. Eğer konuşma ile ilgiliyse şuur dışından ihtiyacı olan kelimeleri alıp buradan da şuur merkezine iner. Gerekiyorsa şuur altı materyallerini de kullanır. Şuur merkezine inince, buradaki moleküllerin titreşimlerini artırır. Kabiliyeti artan şuur merkezi, bu tesiri içeriğine göre yönlendirir ve beyinde bulunan konuşmayla ilgili sorumlu merkeze gönderir, ve medyum konuşmaya başlar.

 

Medyumun dünyada ne konuştuğunu ona bu tesirleri gönderen orta seviyeli varlık bilmez. Eğer, bu varlığın göndermiş olduğu tesirlerin içerisinde, idrak moleküllerine dokunmayan özellikler de bulunuyorsa, o zaman medyumun ne konuştuğunu bu varlık bilmediği gibi medyumun kendisi de bilmez. Fakat medyumun varlığı şuur merkezini kendi idrakiyle kontrol ettiği için, medyum bu tesirleri idrak etmiş veya etmemiş önemli değildir. Çünkü onun varlığı tarafından yine de idrak edilmiş olmaktadır.


Şimdi, böyle otomatik irtibatlarda varlığın gönderdiği tesirler kontrol edilmediği için araya yabancı tesirler sızabilir. Bu yabancı tesirler, medyumun şuuruna açık olan tarafından girip şuur dışı kanalına kadar ulaşırlar. Varlığın gönderdiği tesirler de şuur üstünden şuur dışına gelmektedir. Varlığın şuur dışından aldığı bilgiler, şuur altından aldığı bilgiler, dışarıdan şuur dışı kanalına sızan yabancı bilgiler, bunların hepsi birden şuur merkezine inip oradan konuşma merkezine geçince medyum konuyla alakasız ilginç sözler söylemeye başlar.

 

Bu yabancı tesirlerin araya girdiğini şuur merkezine hakim olan medyumun varlığı bilir, araya girmesine belki izin verir belki vermez. Fakat, bu karışıklık medyumun ve yanındakilerin gelişimleri için vazifeli varlıkların kontrolleri altında meydana getirilmektedir. Aslında irtibatların tümü vazifeli varlıkların kontrolleri altında meydana gelmektedir.


Bazen, yardımcı varlıkların veya orta seviyeli vazifeli varlıkların bir anda gönderdikleri tesirler de vardır. Bu tesirlerin gönderilmesinden maksat, dünya hayatında ilimin, bilimin, sanatın, vs, gelişmesi için bir yardım şeklinde gönderilmektedir. Bu tesirler, araştırmalar yapan veya deneyler yapan insanlarda, mucitlerde, bir anda akla gelen parlak fikirler olarak ortaya çıkarlar. Bu tesirler, herhangi bir zamanda ansızın gönderilebilir. Bir insanın bu tesirleri alabilmesi için bir hazırlık yapmasına veya transa girmesine  gerek duyulmaz. Bu tesirlere ilham denmiştir.

 

Bunlardan başka, daha geri seviyeli varlıklarla olan irtibat şekilleri de vardır. Fakat bu irtibatlar çok yüksek vazifeli varlıkların iznine bağlanmıştır. Bu izin olmadan bu irtibatlar gerçekleşememektedir. Obsesyon olarak bilinen bu irtibat şekli de yine insanların kıyas bilgilerini, tecrübelerini ve tekamüllerini artırmalarının yanında, daha başka bilinmeyen sebeplerden dolayı yüksek varlıkların izin vermesiyle gerçekleşen bir irtibat şeklidir.

 

Şimdi, basit ve geri seviyeli bir varlık, tesirlerini bir insan varlığının şuur üstüne göndermeye başlar. Bu tesirler kaba tesirlerdir, zaten varlık bu geriliği yüzünden kaba tesirlere sahiptir. Onun için yukarıya çıkamamış ve aşağı tabakalarda kalmıştır. Bu kaba tesirler doğrudan doğruya varlığın şuur üstüne gönderilir. Bu geri seviyeli varlık aşağılarda olduğu için bu tesirlerin her hangi bir tesir sahasından geçmesine gerek yoktur. Bu kaba tesirler, şuur üstünden girip şuur dışı kanalıyla şuur merkezine iner ve insanın şuuruna hakim olur. Bu varlık, şuur merkezine hakim olurken şuur merkezinin idrak moleküllerinin titreşimini de artırmaz. Yani insan bu varlığın gelişinin idrakinde olmaz.

 

Bu varlığın şuur merkezine hakimiyeti yavaş yavaş ilerler. Şuur merkezine tam olarak hakim olduktan sonra, bu hakimiyetini şuur üstüne doğru genişletir. Şuur üstü, varlığın dışarıya açık olan bir kapısıdır. Şuur üstüne hakim olunca oraya kendisi yerleşir ve dışarıdan gelecek olan tesirleri de engeller. Doğal olarak insana kendi varlığından, şuur üstünden gelen tesirler yavaş yavaş azalıp kaybolurken, onun yerini bu geri seviyeli varlıktan gelen tesirler doldurmaya başlar.

 

Şuur üstüne yerleşmiş olan varlık, daha sonra şuur altını da hakimiyeti altına alır. Şuur altı geçmiş hayatların bilgi deposu olduğu için orada her türlü materyal bulunmaktadır. Geri seviyeli bir varlığın istek ve arzuları da elbette geri olacaktır. İhtiyaç duyduğu materyalleri şuur altından alır, ve bunları şuur merkezine gönderir. Kendi arzusuna göre meydana getirdiği çılgın imajlarla insanı kendi doğasından farklı bir hayatta yaşattırmaya başlar.

 

Şuur merkezi, bu geri seviyeli varlığın kontrolü altında bulunduğu için, o insan dünya hayatına bakarken veya herhangi bir konuda bir değerlendirme yaparken bu geri seviyeli varlığın gözüyle bakar ve onun aklıyla değerlendirmeler yapar. Eğer bu varlık, şuuraltı materyalleriyle oluşturduğu çılgın imajları insanın şuuruna yansıtmaz ise, o zaman o insan hiçbir şey yaşamaz. Sanki tutulmuş yada donmuş gibi olur. Bu geri seviyeli varlık idrak moleküllerinin titreşimini arttırmadığı için o insan kendi esas varlığı hakkında bir idrake de sahip olamaz.


Fakat, her geri seviyeli varlığın her varlığa tesirler göndererek her insanın şuuruna hakim olamayacağını ve bunun kesinlikle yüksek bir izne bağlı olduğunun bilinmesi gerekir. Kainattaki ilahi düzenin hiçbir yerinde ihmal edilmiş veya açık bırakılmış tek bir kapının dahi bulunamayacağını artık anlamış olmak gerekir.

 

Şimdi, bir insan diğer bir insanın şuur dışının şuur üstü ile olan irtibatını bazı yöntemlerle aşağıdan kesebilir. İrtibat kesilince şuur üstünden gelmesi gereken tesirlerin yerine bu insan kendi tesirlerini göndermeye başlar. Hipnotizma denen bu olayda kullanılan telkinlerdeki manalar şuur dışında bulunduğu için, bu manalar insan şuurunda ortaya çıkarken insan bunları sübjektif olaylar olarak yaşamaya başlar. Bu telkinlerle bedende yaralar bereler meydana getirilebileceği gibi bazı problemler de halledilebilir.

 

Eğer bu insan, bir tesir göndermez ise o insan tamamen idraksiz ve otomatik olarak hareket eder. Bu mekanizma, obsesyon mekanizmasının yarısına benzemektedir. Obsesyon mekanizmasında varlık, bir insan varlığının şuur üstüne tesirler göndererek bedenine hakim olurken, hipnotizmada bir insan diğer bir insanın şuur dışına tesirler göndererek bedene hakim olabilmektedir. Ancak, hiçbir insanın diğer bir insanın şuur üstüne hakim olmaya gücünün olmadığının bilinmesi gerekir.


Şimdi, fizik medyumluk konusunun da birkaç kısa bilgi ekleyelim ve bunları değişik bir tarzda fakat basitçe izah edelim. Çünkü fizik medyumlukta maddelerin enteresan hareketlerinin nasıl meydana getirildiğinden çok, bu faaliyetlerin geneli üzerinde bir değerlendirmenin yapılması idraklerin farklı derecelerde genişlemesine yol açacaktır. Şimdiye kadar anlatılan medyumluk faaliyetleri bedende meydana geliyordu. Bu faaliyetlerin sonuçları bedende değil de bedenin uzağına kaydırıldığını farz edersek fizik medyumluk konusuna geçmiş oluruz.


İnsan bedeni olduğu gibi hücrelerden meydana gelmiştir. Bedendeki organları meydana getirenler insanın varlığı değil beyin hücrelerinin varlıklarıdır. Fakat bu organların hücre varlıklarını davet edip daha basit hücreleri meydana getiren beyin hücreleri varlıkları, bu görevi insan varlığının talimatıyla yerine getirmektedir.

 

İnsan varlığı ise, beyin hücrelerinin yaptığı bu tecrübeleri çoktan kazanmış ve ileri ihtiyaçlarını onlar sayesinde yerine getirebilmektedir. Beyin hücreleri ve diğer basit hücreler ise bu sayede kendi çaplarında ihtiyaçları olan tecrübeleri de kazanmaktadır. Yani bedenin bütün hücreleri ve varlıkları büyük bir iş birliği içinde yardımlaşarak gelişmektedir.


İnsan varlığı dünyadan bilgi toplarken veya yüksek vazifeli varlıklar dünyaya bilgi verirken fizik bedenin organlarını kullanmaktadır. Mesela bir varlık, hakim olduğu bedenin bir organı olan elini kullanarak bir mesaj yazdırıyor ise o bu faaliyetini bedenin uzağında yapmak istese bile yine o eli kullanmaya ihtiyacı vardır. Başkasının kolundan tutup bir faaliyette bulunamaz. Varlık bu faaliyetini hakim olduğu bedenin uzağında yerine getirebilmesi için oraya kullandığı el organının da gitmesi gerekir. Pratikte imkansız görünen bir insanın eli nasıl bedenden ayrılıp uzağa gider de bir faaliyeti yerine getirir, basitçe izah edelim.


Her şeyden önce bilinmesi gereken şey, hiçbir olayın temel bilgi ve prensiplerin dışında meydana gelemeyeceğidir. Bir varlık dünyada bir beden kurarken bu talimatı beyin hücreleri varlıklarına vermektedir. Bir varlığın beyin hücreleri varlıklarına yeni bir organ kurmaları talimatını verdiği zaman eski organın orada olmaması gerekir. Onun için, o organı meydana getiren hücrelerin varlıkları önce bağlı oldukları bedenlerini bırakıp oradan ayrılmaları gerekir.


Önce, bu işi yapacak olan fizik medyumun uygulayacağı yöntemlerden birisi, çok derin ve hızlı bir nefes alıp verme tekniğidir. Bu derin ve hızlı nefes alıp verme tekniğiyle medyum hücreleri zehirleyen bir takım maddeleri dışarıdan bedenine çekip toplamaya başlar. Bu zehirli maddeler insanın komaya girmesine ve hatta bedeni tamamen terk etmesine de sebep olabilir. Onun için bedene hakim olan varlık bu zehirli maddeleri beyinden uzak tutar ve uzaktan kullanılması planlanan el organına yönlendirilir. Bu maddeler elde birikmeye başlar. Eli meydana getiren hücreler ve dokular bu zehirli maddelerin tesiriyle ölür. Ölmüş hücreler artık basit organik maddeler olurlar.

 

Varlık, bu organik maddeleri atomlarına veya partiküllerine ayırarak dağıtır. Medyumun eli de ortadan kaybolup görünmez olur. Bu zehirli maddeler ayaklara yönlendirilmişse ayaklar da kaybolur. Yani bu özelliklere sahip bedenler bir bakıma erirler. Ortadan kaybolan eli varlık her nerede kullanacaksa, varlığın imajları doğrultusunda, dağıtılan bu ölmüş hücrelerin organik maddeleri orada yoğunlaştırılıp tekrar bir araya toplanır. Çok basit varlıkların bu maddelerle hücre kurma imkanları da ortaya çıkar. Eldeki hücreleri daha önce terk eden hücre varlıkları bu maddelerle tekrar bedenleri olan hücreleri kurarlar. Ve, bedenden uzakta bir el organı tam veya biraz eksik olmak üzere meydana getirilmiş olur.


Varlık, fizik bedende bir eli nasıl kullanıyor ise beden dışında geçici olarak meydana getirdiği bu ikinci eli de aynı şekilde kullanır. Beden dışında meydana getirilen herhangi bir organın hücreleri tekrar medyumun bedenine dönerken onlara yapılacak en küçük bir müdahale telafisi olmayan bozuk ve eksik organların meydana getirmelerine sebep olabilir. Bu hata kaldırmayan olay her fizik medyumunun yapabileceği bir iş değildir. Ayrıca yüksek vazifeli bir varlık, medyumun bazı organlarını bedenden ayırdıktan sonra onları başka yerlerde ve kendi istediği şekillerde tekrar meydana getirip insanlara bir mesaj verebilir. Bu işi yapan insanın varlığı mı yoksa başka bir varlık mı bunu insanın ayırt etmesi zordur. Çünkü mesaj yüksek vazifeli varlıktan gelirken bunları ifade etme şekilleri medyumdan çıkmaktadır.


Şimdi, fizik medyumlukta diğer bir konuya göz atalım. Düalite prensibi her maddenin bir manyetik alanı olduğunu ve bu manyetik alanın da iki kutbu olduğunu söylemektedir. Bu kutuplar o maddenin içindeki madde parçalarının manyetik alanlarının sentezinden meydana gelmiştir. İnsan bedeni de birçok maddelerden meydana gelmiş olduğu için onun da bir manyetik alanı ve iki kutbu olacaktır. Manyetik alanların partiküllerden meydana gelmiş bir enerji topluluğu olduğunu unutmamak gerekir, yani enerji de bir maddedir.


İnsan bedeninin sağı ve solu birbirine zıt manyetik kutuplara sahiptir. Sağında ve solunda bulunan manyetik alanın partikülleri bedenden partikül çekilerek yoğunlaştırıldığı zaman birbirinden ayrı ve birbirine zıt iki partikül topluluğu meydana gelir, ve bunlar belli bir yoğunluktan sonra birbirine doğru çekilir. Yapılan gözlemlerde bu partikül topluluğu yoğunlaştırılırken medyumun mevcut hassasiyeti de kaybolup iki üç metre kadar etrafına yayılmaktadır. Daha sonra bedenin sağında ve solunda bedenin o yarılarına benzeyen ve buhar gibi dalgalanan iki sütun şekli meydana gelir. İlk anda keskin kenarları olmayan ve beyaza yakın bu dalgalı sütunlar, yoğunlaşıp maddeleşirken fizik kurallarına da uymaya başlar. Partiküller imajinatif tesirler altında da yoğunlaştırılabileceği için başka şekiller alması da mümkündür.


Bu, birbirine zıt partikül toplulukları birbirine doğru çekilirken bedenin ortasında birbirine kavuşmazlar. Muhtemelen partikülleri çekip toplayan tesirin polarizasyonuna göre sağındaki veya solundaki bedenin arkasından veya ön tarafından dolaşarak birbirine doğru çekilir. Bedenin ortasında kavuşabilmeleri için yoğunlaştırılmış bu partiküllerin dağılıp eski haline gelmeleri gerekir, ki, bu da medyumun manyetik alanının eski haline gelmesi demek olur.


Partiküller insan gözüne görünebilecek derecede yoğunlaştırılmış ise, medyumun biraz uzağında medyuma benzeyen bir ikizi, bir hayaleti, yani fantomu meydana getirilmiş olur. Fakat bu fantom medyumun manyetik alanından bağımsız meydana getirilmiş değildir. Kaynak enerji medyumun bedeninde bulunduğu için fantom da manyetik bir kanalla bu bedene sürekli bağlı kalır.


Bedendeki beş duyu da aradaki kanal vasıtasıyla medyumun uzağında meydana getirilmiş bu ikizine yansır. O takdirde medyumun fizik bedeni hiçbir şey duymayacak, görmeyecek, veya hissetmeyecektir. Bu durumda medyum, fizik bedenindeki duyularını beden dışında meydana getirilmiş olan ikiziyle görecek, duyacak, ve hissedecektir. Yani medyumun fizik bedeni uzak bir köşede öylece dururken, beden dışında meydana getirilmiş ikiziyle dolaşıp çevreden bilgi toplayabilmektedir.

 

Bu manyetik kanal medyumun bedeninin orta yerinden, yani göbeğinden çıkabileceği gibi başının üzerinden de çıkabilir. Fantom, bedenden uzaklaşabilir veya bedene yaklaşabilir. O zaman bu manyetik kanalda fantom uzaklaşınca uzayıp gerilip iki üç santim kadar incelecektir. Yakınlaşınca da normal halini alacaktır. İnsan bedeni manyetik alanıyla idare edildiği için bu manyetik bağa yapılacak temaslar doğrudan doğruya medyumun fizik bedenine yansır ve bedeni etkiler.

 

Ayrıca,  medyumun suni yollarla veya varlığının doğal yollarla meydana getirmiş olduğu bu ikizi, bedenden uzaklaşınca korumasız kalıp her türlü tesirlerden kolayca etkilenmektedir. İnsan gözüne görünebilecek derecede yoğunlaşmış olan medyumun bu ikizi, hayaleti, fantomu, astral bedeni, adı her ne olursa olsun fizik yasalarına bağlı olarak hareket eder. Ona yapılacak bir etki veya verilebilecek fiziki bir zarar, doğrudan doğruya aradaki kanal vasıtasıyla direk fizik bedene yansır ve bu etkilerin sonuçları da, fantomun fizik bedenindeki karşılığı olan yerleri üzerinde meydana gelir. Çok tecrübe yapmış medyumlarda bir fantom daha çabuk, diğerlerinde ise daha geç meydana gelebilir.


Fizik medyumluğa bu açıdan bakınca bir varlık, bedenini normal halde kullanarak şuuruyla çevreden bilgi toplarken, bu defa aradaki bağlantı sayesinde ikinci bir ince bedeniyle yine çevreden bilgi toplamaya devam etmektedir. Eğer bir insan, kendi bedenini uzaktan görebilecek böyle deneyimler yaşamışsa, onun insan ve hayat hakkındaki fikir ve düşünceleri diğerlerine göre çok daha farklı olacaktır. Onun için de, bu deneyime sahip bir insan, bir varlığın dünyadan bilgi toplaması için bir insanın idraki, iradesi, şuuru, bedende de olsa bedenin dışında da olsa neden bir bedene ihtiyaç duyduğu ve onu bir araç gibi kullanıp işi bitince bırakması gerektiğini daha iyi anlar.


Bazen varlık, etrafı araştırma merakıyla da bedenini ikizleştirebilir, o zaman kendi istek ve iradesiyle bu ikizini kullanarak çevreden bilgi toplamış olur. Fakat bilgi toplarken insanların fikir ve düşüncelerini okuyamazlar. Ayrıca varlık, beden uyanıkken de bedenini ikizleştirebilir, fakat o zaman yapılan gözlemlerde beden yorgun ve halsiz düşerken insan ikizleştiğinin farkında olamamaktadır.

 

Şimdi, maddelerin birer titreşim topluluğu olduğunu unutmamak gerekir. Fizik medyumdan bu maddelere gelen tesirler bu maddelerin titreşiminden kaba ise onu dağıtıp göz önünden kaybedebilir. Bir eşyanın göz önünden kaybolması veya ortaya çıkması elbette insana göre olacaktır. Eğer gözün görme frekansı yükseltilmiş olsa o kaybolan eşyaların aslında kaybolmadıkları, daha yüksek bir titreşim içinde yine var oldukları görünecektir.


Eğer medyumdan çıkan bu tesirlerin titreşimi maddenin titreşimine uygun ise o zaman medyum o maddeler üzerinde birtakım değişiklikleri meydana getirecektir. Bu değişiklikler düalite prensibi ve değer farklanması mekanizması kullanılarak maddelere ait partiküllerin dağıtılıp toplanması şeklinde meydana getirilmektedir. Tabi bunlar da insana aniden kaybolup başka yerde ortaya çıkan eşyalar olarak görünecektir.


İnsan ancak belirli miktarlarda atomlar bir arada olursa ancak onu bir madde olarak görebilir. İnsan bir tek atomu veya partikülü yada molekülü göremez. Fakat her cismin atomları arasında büyük boşluklar bulunmaktadır. Eğer, bir insan bedeninde bulunan tüm atomların arasında boşluk kaldırılmış olsa insan bedeninin toplu iğnenin başı kadar küçük olacağı söylenmiştir. Bu da atomlar arasındaki boşlukların ne kadar büyük olduğunu, suyu geçiren sünger gibi aralarından başka cisimlerin atom ve partiküllerinin de kolaylıkla geçebileceğini gösterir.

 

Bir madde topluluğuna gelen tesirler onun atomlarını veya moleküllerini birbirinden bir dereceye kadar uzaklaştırınca artık onlar insan gözüne görünmez olurlar. Fakat atom ve partikülleri birbirinden uzaklaştıran bu tesirler kesildiği zaman o madde tekrar eski haline gelip görünür olmaktadır. Eğer, atom ve partiküller bu tesirlerden başka tesirlerin de altında bulunuyorsa o zaman o madde farklı şekillerde görünecektir.


Fakat, bu maddeler gibi bazı medyumların bedenleri de bir yerde kaybolup başka bir yerde ortaya çıkmaktadır. Genellikle bedenin bir kısım organları kaybolup başka bir yerde ortaya çıkarken, çok seyrek de olsa beden olduğu gibi gözden kaybolup uzak bir yerde ortaya çıkabilmektedir. Burada beden komple taşınırken elbisesini bırakıp çıplak gitmez, medyumun üzerindeki elbise ve eşyalarıyla birlikte gider. Elbette, beyin merkezleri gibi hassas organların taşınması kolay ve basit bir olay olmadığı için bu olaylar da her zaman meydana gelen bir olay olmaz.

 

Bunlardan başka, atom ve partiküllerden meydana gelmiş olan maddeler yer çekiminin de etkisi altındadır. Bu atom ve partikülleri birbirinden uzaklaştıran tesirler, bunları birbirinden uzaklaştırmayıp sadece yer çekimine maruz kalan kısımlarına tesir ederlerse bu tesirin şiddetine göre o madde olduğu gibi hafifleşmeye başlar, sonunda da havaya kalkar. Tesir kesilince de tekrar yere düşer. Bunun tersi de mümkündür.


Bütün bunlardan başka, bir mıknatısa sürülen iğnenin geçici olarak mıknatıslandığı gibi, imajların da maddi partiküller arasında bulaşıp kaldığı manyetik alanlar da vardır. İmajlar maddedir ve sadece manaları taşırlar. Böyle manyetik bir alanın mevcut bulunduğu yerlerdeki imajları sadece yetenekleri olan hassas insanlar görebilirler, veya yeteneklerine göre duyabilirler. Fakat bir imajın görülmesi o insandan çıkan titreşimlerin o manyetik alandaki imajları taşıyan partiküllerin titreşimiyle uygun olmalarına bağlıdır. İnsandan çıkan titreşimlerin derecesi de insanın ruh haline göre her gün değişir. Bu gün yükselir yarın düşer. Bu gün yükselmişse imajları gören veya sesler duyan hassas bir insan yarın hiç bir şey görmeyebilir veya duymayabilir. Daha sonra titreşimleri yükselince tekrar görebilir. O manyetik alana bulaşmış imajların neden bir gün görünüp ertesi gün kaybolduğunun sebepleri bu bilgilerden sonra kolayca anlaşılır.


Böyle bir manyetik saha içine giren farklı yeteneklere sahip hassas kişiler, hassasiyetleri derecesinde kaynağı belirsiz sebebi olmayan duygular edinirler. Bir soğukluk hissedebilirler, tüyleri ürperebilir, veya bir garip duygular içine girebilirler. Bunlar hafif hissetmelerden başlayıp korku uyandırmaya kadar çıkabilir. Daha ileri safhalarda ise sesler, görüntüler, fikirler meydana gelebilir. Böyle manyetik bir sahaya giren hassas bir insanın eğer aynı zamanda bedeninden partiküller çıkartacak kabiliyeti de varsa, o insan o manyetik sahaya girdiği zaman bedeninden çıkan partiküllerle oradaki imajları kuvvetlendirebilir, ve herkesin görebileceği bir hale de getirebilir.

 

Onun için, bir yerlerde bir hayalet, yani bir fantom göründüğü zaman işin içinde mutlaka bedeninden partiküller çıkartan hassas kişilerin veya bir medyumun bulunması şarttır. Bedenini terk etmiş bir varlık gelip de herhangi bir yerde kendini gösteremez, eşyaları hareket ettiremez veya sesini duyuramaz. İnsan bedeninden çıkan partiküllerle görünür hale gelen bu imajlar, şuursuz olarak görünen hayaletler, fantomlar, insanların bir takım isimler verip zannettikleri o garip şeyler, vs, belirli bir manyetik alandaki imajları taşıyan titreşimlerdir. Bunlar zaman içinde kuvvetini ve netliğini yavaş yavaş kaybederek dağılırlar. Varlıkların, maddelerinin özelliklerinden dolayı dünya maddelerine hiçbir şekilde temas etme imkanlarının bulunmadığını unutmamak gerekir.


Korku filmlerine malzeme kaynağı yapılan, veya bir takım kimselerin çıkar sağladığı, veya bazı toplulukların emellerine alet edip kendilerine mal etmeye çalıştığı, yada bazılarının ruh beden ilişkilerini anlayamayıp farklı isimler verdikleri bu medyonomik olaylar, rast gele meydana gelmeyip en ince ayrıntılarına kadar vazife planı varlıklarının kontrolü altında bulunmaktadır. Bütün bu olayların arkasında yatan temel sebep insan varlığını vazife planına hazırlamak içindir. Onun için de, insan ve insanlığın ilk durumlarından başlayarak kısaca bahsedelim.


Dünyanın şimdiki devresinde yaşayan ilk insanlar, insanlıktan evvelki hayatların alışkanlıklarının tesiri altında yaşamaya başlamışlardı. Sadece iç güdüleriyle yaşayan bir insanın hayatını hayal edin. Bu insanların hayatlarına insanlıktan evvelki otomatizma hakimdi. Şu anda içgüdüleriyle yaşayan bir insan bulamazsınız. Bu ilk insanlarda o zamanlarda korku içgüdüleri hakimdi, o ilk zamanlarda yemenin içmenin ve cinsel ihtiyaçlarının dışında fazla bir ihtiyaçları yoktu.

 

Aynı zamanda bu insanların kendi idrakleriyle vicdanlarına müdahale edip geliştirme imkanları da yoktu. Öylece bırakılmış olsalardı hayatları hep öyle devam edip gidecekti. Fakat, vazife planına hazırlanmak üzere dünyaya gelmiş olan bu ilk insanlar bu halde bırakılamazdı. Onun için bu ilk zamanlarda vazife planı varlıkları bu insanların idraklerine müdahale etmişlerdir. Dışarıdan gelen titreşimler insana içgüdüsel olarak gelirler. Bu insanların insanlık halindeki görgü ve tecrübeleri genişlemeye başlayınca özgürlükleri de artmaya başladı. Özgürlüklerin artışı oranında da idrakleriyle kendi vicdan mekanizmalarına müdahale etmeye başladılar.

 

Vicdan düalitelerinin denge seviyeleri de çok aşağılardaydı, ve bu insanların toplumsal hayatları da henüz kurulmuş değildi. Dünyanın farklı yerlerinde yaşayan bu insanların idraklerine müdahale edilince, idraklerin bedenlerde yaptığı çeşitli yeniliklerin yanında, çevre şartlarının da etkisiyle ortak özellikleri ve benzerlikleri olan guruplar meydana geldi. Bu guruplar ta o zamanlardan beridir birbirinden ayrı kaldı ve bunlar ırkları meydana getirdi.

 

İnsanlar gelişirken içgüdüleri de gelişmeye başladı ve sezgilere dönüştü. Tüm guruplarda sezgiler aşağı yukarı aynı oranlarda gelişti. İçgüdülerle yapılamayan işler sezgilerin ortaya çıkmasıyla yavaş yavaş yapılmaya başlandı, ve sosyal hayat kuruldu. Sosyal hayat kurulurken organlaşmalar ve organize etme ihtiyaçları da ortaya çıktı. İhtiyaçları ve zorunlulukları arttıkça daha önceki içgüdüsel benzerlikleri de tamamen ortadan kalktı. Ve bu gelişmeler, bedenlerde büyük değer farkları olarak meydana geldi ve birbirinden ayrıldı.

 

Bu sosyal oluşumlardan sonra, otomatik anlamda toplumsal topluluklar başladı ve bazıları bu topluluklara önderlik etti. İnsanların idrakleri genişledikçe, içinde yaşadıkları fiziki kuralların dışına taşmaya başladılar. Öz bilgilerinden şuurlarına sızan sezgiler ve içgüdüleriyle varlıklarının sebeplerini öğrenme ihtiyacı duydular. Bizzat kendilerinin kimin tarafından meydana getirildiğini arıyorlardı. Ta o zamanlarda yukarıdan gönderilen tesirlerin yardımıyla öz varlıklarından gelen bu ihtiyacın bir yansıması olarak bir tanrı kavramı ortaya çıktı. Bu insanların idrakleri gelişmeye yüz tutmuştu ve tanrıyı aramaya başladılar.

 

Bu sevideki basit idraklerin ihtiyaçları da çok basitti ve bu idrakler tanrıyı beş duyunun dışında arayacak kadar gelişmemişti. Onun için, bu insanların gelişiminden sorumlu vazife planı varlıkları bu ihtiyacı karşılamak için bu insanların ancak beş duyu organına hitap edebilecek sembollerden ibaret olması gerektiğini biliyorlardı. Onun için bu sezgiler bu insanların çevresinde bulunan en güçlü olarak tanıdıkları şeylerle sembolleştirilerek verilmişti. Fakat bu insanlar bu sembollerin asıl manasını anlayacak durumda değiller idi.

 

Önceleri bu basit idraklere bu sembollerle verilen sezgiler kafi geldi, fakat idrakleri gelişmeye devam ettiği için bu semboller artık tatmin etmemeye başladı. Zamanla bu idrakler o kadar çok gelişti ki, sembollerle verilmiş olan sezgilerin ne manaya geldiğini anlamak ihtiyacı da ortaya çıktı. İlk zamanlardan orta zamanlara doğru gelirken yüksek vazife planından vazifeli varlıklar ilahi bilgileri insanlara sunmak için o zamanlarda dünyaya indiler. Her bir vazifeli varlık indikleri yerlerde daha önce verilen sembolik bilgilerin manalarını biraz daha genişletip insan topluluklarının eksik taraflarını tamamladı, ve vazifelerini yaptılar.

 

Bugün dahi insanlar bu sembollerin açık bilgilerine hala ihtiyaç duymaktadırlar. Onun için direktiflerini daima ilahi planlardan alan bu yüksek vazifeliler insanların bugün ortaya çıkacak olan bu ihtiyaçlarını da çok önceden gördüler. İşte bu kısa notlarını aldığımız bu kitap, büyük vazife planının dünya için vazifeli olan kısmının dünyaya bir hediyesidir. Tekamüllerinde ilerlemek ihtiyacı duyan insanların aradıkları ve bekledikleri bilgileri içerir. Yani daha önce ilahi gerçeklerin sezgileri insanlara yer ve zamanına göre yetecek kadar güçlü semboller içinde verilmiş, ve bu kitapta da dünya değişimini sonlandıracak olan ilahi gerçeklerin açık bilgileriyle birlikte, dünyadan sonraki gelecek alemlerin de sezgileri yazılmıştır. Bu sezgilerin bilgileri de büyük değişimin eşiğinde bulunan dünyanın son realitesi olacaktır.


Şimdi, dünyadan sonraki alemlerin, yani vazife planı sezgilerine ve bilgilerine ait hazırlıkların insanlık hayatında tamamlanması mecburidir. İnsanlığın dünyadaki ilk ve son vazifesi, vazife planına hazırlayan gerekli işleri yapmaktır. Zaten aslında insanlar, ilk zamanlardaki idraksiz otomatizmalardan son zamanlardaki yarı şuurlu vazife sezgisi idrakine kadar tüm safhalarda vazifeli varlıkların gönderdikleri tesirlerle bu hazırlığı zaten yapmaktadırlar. Bu yarı idrakli veya idraksiz otomatizmalarla insanları vazife planlarına hazırlayacak imkanlar dünyada bulunmaktadır. Bu imkanlardan bir tanesi de insanların topluca bir millet veya devlet içinde yaşamalarıdır.

 

Bir millet topluluğu bir sürü küçük topluluklardan oluşmuştur. Bu küçük topluluklar direkt veya endirekt olarak birbirine bağlanmışlardır. Aslında bu görünen mekanizmanın bütün faaliyetleri bu topluluğun simetriği olan vazife planlarına insanları hazırlamak içindir. Onun için küçük toplulukların bu amaç için birleşerek büyük dünya topluluğunu meydana getirmesi vazife planlarındaki topluluğun bir yansıması gibi olacaktır. Yani milletler veya devletler yüksek vazife planı varlıklarının gözetimleri altında insanları büyük vazife planına hazırlayan dünyada kurulmuş sosyal birer oluşumdur. Bu oluşumlar, dünya üstü vazife planının hedef tuttuğu noktalara insanları uyum içinde götürmektedir. Vazife planı varlıkları bütün sorumluluklarını bilerek bu vazifeyi yerine getirirler.


Büyük bir topluluğu oluşturan herhangi parçalarından bir tanesi de kişilerde ortaya çıkan baş göstermelerdir, yani aykırı faaliyetlerdir. Bunlar yerine ve önemine göre, az yada çok şiddette bütün toplulukta sarsıntılar meydana getirebilir. Büyük topluluk içinde gelişen bu küçük guruplar, büyük topluluktan ayrı grupları oluştururlar. Büyük topluluğun gelişirken parçalanan bu kısımları daha gelişmiş kısımlarını meydana getirir. Büyük toplulukta kalan insanlar arasında ise düzen ve işbirliği bozulmaya başlar. Kişiler artık o topluluğun ortak hedeflerini takip edemez hale gelir. O milletin veya devletin bünyesi bozulmaya ve çökmeye başlar. Kişiler de artık topluluk için değil kendi çıkarlarını düşünerek çalışmaya başlarlar. En sonunda büyük topluluk dağılarak yerini daha gelişmiş bir topluluğa bırakır. Bu durum, dünya düzenin bir uyumu ve tekamülün bir gereğidir.

 

Kısaca, dünyadaki tüm milletlerin ekonomik çıkarlara yönelmiş görünen faaliyetleri aslında insanlarını yüksek bir zaman mekan idraki içinde devam edecek olan vazife planlarına hazırlamak içindir. Eğer bir millet, insanlarını topluca vazife planı sezgilerine hazırlayabilir ise dünyadaki gerçek görevini yerine getirmiş sayılır. Aksi halde sadece zorunlu bir ihtiyaç olan maddi hedeflere takılıp arka plandaki gerçek hedefler ihmal edilirse bu vazife gecikir ve o zaman da vicdanın otomatik müdahalesi doğacaktır.

 

Şimdi, bütün topluluklar kişilerin gelişimi içindir. Onun için kişisel ve toplumsal durumlarla ilgili planlardan da kısaca bahsedelim. Kişisel plan, bir varlığın vazife planına hazırlanmak için dünyada bir insan bedeni adına yapmış olduğu bir plandır. Varlık bu planı yardımcı varlığıyla birlikte yaparken, idrakinin genişliği oranında seçme hakkına da sahip olur. Toplumsal plana göre ayarlanarak yapılan bu plan, toplumsal planlardan sorumlu olan vazifeli varlıklar tarafından onaylandıktan sonra dünyada yerine getirilir, hatta yerine getirilmesi mecburi olur.

 

Hazırlanmış planıyla beden sahibi olmuş bir varlık, gelişmişlik seviyesine uygun bir vicdan denge seviyesine sahip olarak toplumsal plan içinde yerini alır. Ve, büyük vazife planının sezgilerini kazanmaya çalışır. Varlığın planı gereği, kullandığı bedenine o varlık kanalından yardımcı olarak bir sürü tesir gelir. Bu tesirler de her yerden gelir. Varlığın bedenine inen bütün tesirler daima üst planların kontrol ve gözetimi altındadır.

 

Toplumsal plan ise, çok derin ve geniş manaları da taşır. Kainatı idare eden ünitede de dahil olmak üzere çok derin anlamda kainat olduğu gibi bir toplumsal plandır. Kişisel plan üstünde toplumsal plan bulunur. Toplumsal plan aynı zamanda bir hedefe doğru yönlendirilirken kişisel planları da ikinci bir mekanizmayla ayarlayan karmaşık bir plandır. Yani bir toplumsal plan içinde her bir insan tek bir alın yazısına sahip olmakla beraber diğer insanların alın yazıları karşısındaki durumlarıyla da ayarlanmıştır. Bu ayarlanmalar yüksek vazife planlarının tesirleri ve kontrolü altında meydana gelir.


İnsanın idraki genişledikçe kendi planıyla ilgili toplumsal plan içindeki durumları da ayarlanır, yani her insanın maddeye karşı olan durumları da ayarlanır. Bu ayarlanmalar üniteden gelen direktiflere göre vazife planlarının tesiri ve kontrolü altında meydana gelir. İnsanların içinde bulundukları bütün hayat şekilleri vazifeli varlıkların gönderdikleri tesirlerle, düalite prensibine bağlı değer farklanması mekanizmasıyla meydana getirilir. Bunları bilmeyen insanlar bu hayat şekilleri içerisinde olayların rast gele meydana gelip şansın kiminin yüzüne güldüğünü kimine hiç uğramadığını, veya kiminin hastalıktan bir türlü kurtulamayıp kiminin hiç doktora gitmediğini, kısaca  insanlarda gördükleri tüm bu zıtlıkların rast gele meydana gelen hayat şekilleri olduklarını sanırlar. Tüm bunlar vazife planlarından gelen tesirler kanalıyla kişisel ve toplumsal değer farklanması mekanizmasıyla yerine getirilmektedir.
       

Her insan toplumsal planlardan bir veya birkaçına bağlanabilir. Bu bağlantılar kendiliğinden olduğu gibi genellikle zorunlu hayat şartlarından doğabilir. Bu hayat şartlarından doğan bağlantılarda da yine yüksek ve gizli bir amaç bulunur. Aslında insanlar geçim sıkıntısından dolayı ağır hayat şartları içerisine girip ömürlerini tüketmeye razıdırlar. Bu hayat şekillerinin tamamı  vazife bilgisi sezgisine ulaşmak içindir. Bir insan bu kadar zor hayat şartları içerisinde ne kadar çok çaba ve gayret gösterirse o kadar çok başarılı olur.


Eğer bir insan devamlı nefsine yenilirse, bundan kurtulmak için bir gayret de göstermezse, toplumsal plan içinde yaptığı önceki hazırlıklar ve hayat şartları bu hareketlerinin düzeltilmesi yönünde değişmeye başlar. Daha ne olduğunu anlayamadan işleri ters gitmeye başlar. Bunları vazifeli varlıklar yapar. Maddi manevi acılar birbirini takip eder ve sonunda usanır.  O insan, bütün suçu şansa yükler, kadere yükler, düzenin bozukluğuna yükler, mutlaka bir bahane bulup birilerini suçlar.


Bu karışıklık devam ederken bir an için düşünüp de idrakini zorlamazsa bu değişim devam eder ve o insanın sabrı taşar, ve artık isyan başlar. İsyan ise durumu düzeltmediği gibi daha da kötüleştirip sonu tatsız biten olaylara doğru sürükler. Bu hayatta olmazsa bile bir sonraki hayatında kendi özgür iradesiyle yarım kalan vicdan denge seviyelerini yükseltmeye mecbur bırakılır. Bütün bu olaylar, o insanın kendi idrakiyle başaramadığı işleri kendisine yaptırılması içindir.


Onun için, insanların bu zor olan dünyadan başarıyla ayrılabilmeleri için yapacakları tek şey kendi idrakleriyle vicdan mekanizmalarının üst taraflarına yönelmeleridir. Bu da ancak terk etmekle, fedakarlıkla ve vazife sevgisi ile yapılacak işlerle mümkün olur. Eğer bir insan dünya hayatında bir iş yaparken iyi mi yapıyorum kötümü yapıyorum diye kararsız kalırsa, onun yapacağı tek şey orta yolu seçmektir. Yani birisine iyilik yaparken bir başkasını zarara sokmak kötülük olur. Ve bu da ileride telafi edilmesi gereken bir sorumluluğu doğurur. Eğer bir insan hayatta hep orta yolu bulursa yükselişi devam eder. Kısaca, toplumsal plan, kişisel planların bir sentezidir ve varlık, ancak toplumsal plan içinde gelişebilir.

 

Şimdi, varlığın dünyada kullandığı bedeni yaşlanır, hastalanır, varlığın işine yaramaz hale gelir. Varlık gelişimine devam edebilmek için başka bir plan hazırlayıp başka bir beden kurmak zorundadır. Onun için de eski kullandığı bedenini terk etmesi gerekir. Onun yardımcı varlığı nasıl onunla beraber plan yaparak dünyaya inmesine yardımcı olmuşsa, bedenini bırakıp çekilmesi için de aynı şekilde plan yaparak yardımcı olur. Yardımcı varlıkların vazife planına yeni katılan vazifeli varlıklar olduğunu ve vazifeleri kapsamına giren tüm işlerde tam yetkiye sahip olduklarını, yapılması gereken işleri de kesinlikle yerine getirip asla başarısız olmadıklarını unutmamak gerekir.

 

Varlık, bu vazifeli varlığın yardımıyla bedenini bırakarak dünyadan ayrılır. Aslında bedenini bırakarak dünyadan ayrılan varlıklar hiç bir yere gitmezler. Sadece üst safhaların şartlarına çıkarılır ve orada kendi varlıklarıyla yapayalnız bırakılır. Bu varlığa kendi ruhundan gelen tesirler hariç etrafından gelen bütün tesirlerin gelmesi engellenir. Varlık çok derin ve içten gelen bir yalnızlık duygusu içinde kendi başına kalır. Varlığın bu durumuna varlığın spatyom hayatı denmiştir. Onun için spatyom hayatı her hangi bir yer değildir, bu yer varlığın kendisidir.


Varlık spatyom hayatına geçerken önce bir huzursuzluk, bir karışıklık veya bir şaşkınlık, yaşamaya başlar. Dünya hayatına ait planının tatbikatını dünyada yaparken, o tatbikat sırasında kazanıp elde ettiklerini, yani şuur dışına kaydettiği kıyas bilgilerini kendisine mal etmek zorundadır. Bu işin yapılması için de onun bir süre böyle yalnızlık içinde rahatsız edilmeden kalması gerekir. Spatyoma geçen varlık dünyadan ve etraftan tesirler gelmeyince ister istemez kendisinde mevcut olan imajların içinde yaşamaya başlar. Bu, insanın çok derin bir rüyaya dalması gibidir.

 

Varlık şuur dışında birikmiş olan dünyaya ait bütün kıyas bilgilerini serbest çalışan vicdan mekanizmasıyla acı veya tatlı tekrar yaşayarak öz bilgilere çevirir, ve kendisine mal eder. Bu işlem yapılırken kıyasın tesirlerini hafifletici tesirler gelmediği için her hangi bir  kıyastan doğan küçücük bir ıstırap dünyadakinden binlerce kez artmış olarak varlığı rahatsız eder. Yani dünyada yaşarken insanı rahatsız etmeyen ve hatta unutulmuş olan en küçük bir vicdana aykırı davranış spatyomda binlerce kez artmış olarak ortaya çıkar.

 

Bu kıyaslar serbest çalışan vicdan mekanizmasıyla yapılırken bir kural vardır. İdrakler ne kadar genişlemişse varlık bu kıyası spatyomda daha çabuk yapar ve bitirir. Onun için spatyomda uzun süren ıstıraplar içinde kıvranıp kalmaz. Bütün bunlar yapılırken o varlık yine vazife planlarının kontrolü altında bulunmaktadır.

 

Varlık, spatyoma ilk geçtiği zamanlarda ne dünya ile ne de kendisine benzeyen varlıklarla iletişim kurması mümkün olmaz. Ne onlardan bir tesir gelir nede onlara bir tesir gönderebilir. Yardımcı varlığı buna engel olur. Eğer, spatyomda şuur dışındaki bilgiler öz bilgiye çevrilirken aşağıdan bazı tesirlerin gelmesi bu işleme yardımcı olacaksa yardımcı varlıkların gözetimi altında bu tesirlerin gelmesine izin verilir. Aksi halde ne dünyadakilerin ne de başka varlıkların bu varlıkla herhangi bir şekilde iletişim kurması imkansız olur.

 

Varlık, vazife planının bütün hazırlıklarını dünyada henüz tamamlayamamış ise insanlık alemini bitirmiş sayılmaz. Onun her ne kadar bir bedeni olmasa da onun yeri yine toplumsal planda insanlık olacaktır. Spatyomda şuur dışı bilgilerinin hesaplarını yaptıktan ve kendine mal ettikten sonra varlığa yukarıdan inen yardımcı tesirler gelmeye başlar. Çevreden de  tesirler gelmeye başlar. Varlık genişlemiş olan idrakiyle kendisini ve etrafını tanır, kayıp ve kazançlarının hesabını yapar. Eksikleri var ise onları tamamlamak için tekrar dünyaya dönme ihtiyacını duyar.

 

Onun bu ihtiyacını onu himaye altında tutan yüksek vazife planı varlıkları da bilir. Dünyaya dönmesi için izin verirler. O da dünyadaki toplumsal plana katılıp eksikliklerini tamamlamak için yardımcı varlığıyla birlikte yeni bir plan hazırlar, ve dünyaya iner. Genişlemiş şuuruyla, idraki bir zaman içinde uyanık halde bulunan varlık, bedenlenince dünya zamanının hakimiyeti altına girer ve bütün bu uyanıklık halleriyle birlikte yaptığı planlar da silinip şuur altında kalır. Dünya zamanına bağlı yeni idrakiyle ve yeni hayat şartları içerinde dünyada yaşamaya başlar.

 

Bu bilgilerden sonra, bir bedenli varlığa vazife planına ait vazifelerin verilebileceğini düşünmek hata olur. Çünkü daha o bu işi yapmanın hazırlığını yapmaktadır. Vazife planlarında ise hatalara veya yanılmalara yer yoktur. Varlığın dünyadaki hazırlıklarını bitirebilmesi için dünyada beş yüz ila yedi yüz kez arası değişen bedenli insan hayatları gerekmektedir. Bu değişikliğin sebebi de insanlar dünyada planlarını yarı şuurlu bir halde uygularken, kendilerine tanınan irade özgürlüğünden dolayı ne zaman hangi vicdan seviyelerine ulaşacaklarının çok öncelerden tespit edilememesidir. Onun için kimse kimsenin geleceği hakkında da kesin bir konuşma yapamaz. Çünkü insanlar, irade özgürlüğünü kullanarak geleceğini kendileri yönlendirmektedir. Bu durumda bir insanın geleceğini ona söylemek demek, onun irade özgürlüğünü görememek demektir.

 

Varlık vazife planı hazırlığını tek bir hayatta tamamlayamadığı için varlığın dünyada yaşadığı yüzlerce bedenli hayatı, vazife planı hazırlığının tek bir hayatıymış gibi topluca düşünmek gerekir. Varlığın içinde bulunduğu zaman idraki zamandır. Zaman ise maddeye bağlı bir kavramdır, madde olmazsa zaman da olmaz. Önce, insan için fantastik görünen bu zaman mekan konularını değişik bir tarzda basitçe izah etmeye çalışalım. Her ne kadar basitçe izah etmeye çalışsak da bazı yüksek sezgileri kelimeler ifade etmeye yetmeyecektir. İnsan idraki üzerinde kalan bu konular üzerinde ancak çok derin düşünüldüğü zaman bazı sezgiler elde edilebilmektedir.


Zamanın ne olduğunu, nasıl başladığını ve ne işe yaradığını madde hakkında verilen bilgilerle birlikte düşünmek gerekir. Ancak, maddenin aslı teorik olarak kabul edildiği için bu maddelerde meydana gelen olayların izahları da teorik olarak kabul edilebilecektir. Bununla birlikte, zaman ve mekan konularının ayrıntılı izahını kitabın orijinalinden incelemenizi tavsiye ederim.


Şimdi, dağınık ve hareketsiz olan asli maddenin bir parçasına hem tekamül ihtiyacıyla ruhtan gelen tesirler, hem ruhun bu tekamülüne yardım etmek amacıyla üniteden gönderilen tesirler, ikisi birlikte düalite oluşturup basit bir atomu meydana getirirken, aynı zamanda üniteden gönderilen tesirler bu atomun ilk hareketlerini de meydana getirmektedir. Hareket maddenin yer değiştirmesidir, bir madde yer değiştirirken iki farklı yer arasında geçen  o bekleme süreleri o maddeye bağlı zaman olur.

 

Hareketler hızlı olabilir veya yavaş olabilir, buna bağlı olarak arada geçen bekleme süreleri de uzun veya kısa olur. Harekete geçirilmemiş asli maddeler bir zamana bağlanmış olmaz. Zaten varlığı teorik olarak kabul edilmiş ve insan idraki dışında kalmıştır. İlk defa meydana getirilen basit bir atomun ilk hareketi ve o harekete bağlı olarak meydana gelen ilk zaman, aynı zamanda ruhun maddeyle ilgili ilk hareketiyle ve ilk zamanıyla ilk defa karşılaşması demektir. Ruh burada önce izleyici rolündedir, fakat ileride bu hareketleri ve meydana gelen zamanı kendisi kullanıp tekamülünü tamamlayacaktır.


Atomda meydana getirilen türlü hareketler ve ona bağlı olan zaman akışı, o atoma tesirler gönderen ünitenin kontrolünde bulunmaktadır. İlk atom meydana getirildikten sonra ünite atoma gönderdiği tesirlerini kesmez. Burada unutulmaması gereken bir durum var. Bu atomun meydana gelmesine ruhun tekamül ihtiyacı sebep olmuştur, onun için, bu atomlardan meydana getirilmiş maddeler, bedenler, dünyalar, alemler, ve kainat, olduğu gibi sadece ruhun bu tekamül ihtiyacını yerine getirmek için vardır.


Ünite, atoma gönderdiği tesirlerini kesmez ve o atomu geliştirmeye devam eder. Geliştirilen atom etrafına partiküller yayar ve o partiküllerden zaman ve mekan ortaya çıkar, ve alemler meydana gelir. O partiküller tekrar geliştirilir, tekrar partiküller yayar, tekrar zaman ve mekan ortaya çıkar, daha yüksek alemler meydana gelir. Üniteden atoma gönderilen tesirler, atomu bu kadar çok geliştirdikten sonra ruhun atomla bağlantısını keserler. Geliştirilen atomun en son yaydığı partiküllerin bir kısmını bir araya toplayıp ruhun önceki bağlantısını bu partikül topluluğuna bağlarlar. Ruh da bu partiküllerden yapılmış topluluğuyla bu zaman ve mekandan ayrılmadan, bir manyetik alanı olan atom topluluklarının manyetik alanlarını kullanarak, o manyetik alanın bağlı olduğu atom topluluklarını, yani farklı zaman ve mekanları olan diğer alemlerde uzaktan tatbikatına başlar.


İlk meydana getirilen basit atomlardan oluşan alemimizin zamanına da yüzey zaman denmiştir. Bu zamanı biraz açalım. Şimdi, üniteden atoma gönderilen tesirler atomu zenginleştirip etrafına partikül yayınca bu partiküller de yine hareketlere sahip maddeler olmaktadır. Fakat bu partiküllerin hareketleri daha hızlı olduğu için bunların hareketleri arasındaki bekleme süreleri daha kısa olacaktır. Bu durumda bu partiküllerden meydan gelmiş bir madde topluluğu, bir alem, bu partiküllerin zamanına bağlı olacak ve buradaki zaman bir önceki alemin zamanından çok daha hızlı akacaktır. Maddeleri de daha ince olacaktır.

 

Eğer, buradaki partiküller de tekrar geliştirilip daha ince partiküller yayarsa  o zaman, bir öncekinden daha hızlı hareketlere sahip partiküller ortaya çıkacaktır. Bunların aralarındaki bekleme süreleri de hepsinden daha kısa olup önceki bütün alemlerin zamanlarının en hızlısı olacak ve maddeleri de en ince maddeler olacaktır. İşte insanın öz varlığı bu geliştirilmiş son partiküllerden meydana getirilmiş olduğu için, onun zamanı hepsinin üzerinde, hepsinden hızlı ve en ince maddesi olandır. Buradaki sıralamaların tümü birden değerlendirilirse zamanların ve mekanların birbirinin içinde olduğu görülür.

 

Hidrojen alemindeki zaman basit zamandır. İnsan idraki de bu alemin maddelerini kullandığı için dünya zamanına bağlıdır. Eğer idrak gelişirse, zenginleşirse, ki bu idrakin kullandığı maddelerin gelişmesi ve zenginleşmesi demektir, o zaman daha ince partiküllere bağlı zaman ve mekanın olduğu alemlere doğru kayar, ve oranın hızlı zamanına dahil olur. Onun için, insan idraki dünya maddelerinin zamanına bağlı olduğu sürece daha hızlı akan yüksek alemlere ait zamanı ve oradaki maddelerle yapılan işleri idrak edemez, fakat sezer.

 

Şimdi, yüzey zamana bağlı maddelerin hareketleri birbiri ardına gelmektedir. Bu hareketlerin aralarındaki bekleme süreleri de birbirini takip eder ve düz bir zaman akışı meydana gelir. Bu durum geliştirilmekte olan maddelerin bir safhasıdır, yani bu alemin maddelerinin kendi özelliğidir. Varlık maddelerin bu özelliklerden faydalanarak gerekli hazırlığını yapar. İnsan idraki bu düz zaman akışının hangi noktasında ise onun için orası şimdiki zaman olur. Geride kalan hareketlere bağlı zaman geçmiş zaman olur. İleride meydana gelecek hareketlere bağlı zaman da gelecek zaman olur. Unutmamak gerek maddeler titreşimdir ve titreşimlerin de aralıkları vardır.


Bir yukarıdaki alemin zamanına idraki zaman veya kürevi zaman denmiştir. Buradaki partiküllerin hareketleri arasındaki bekleme süreleri çok fazla daraltıldığı için, dünyadaki geçmiş, şimdi, gelecek, zaman kavramları burada birbirine çok fazla yaklaşmış ve insan idrakine göre sanki, üst üste gelip tek bir noktada birleşmiş gibi olmaktadır. Bu nokta tekrar açılırsa veya bu maddelerin hareketleri yavaşlatılırsa bu açılışın oranına göre bu nokta içinden yine geçmiş, şimdi, gelecek, zaman kavramları ortaya çıkacaktır. Onun için, geçmiş şimdi gelecek zaman kavramlarının tek bir noktada birleştiği bir zaman kavramını insan idrak edemez.


Üst alemin zengin zaman ve mekanlarında yaşamaya alışmış yüksek bir idrakin aşağıya tekrar dönüşü bu idrakin daraltılması demektir. Bir varlığa aşağıdaki bir aleme yardım etmesi için bir vazife verilmemişse, veya bir varlık vazife planlarına hazırlanmak için bu aleme inmek zorunda kalmamışsa, hiçbir varlık bu aleme inmek istemez. Geride bırakılan hiçbir şey onun inmesi için de bir sebep olamaz.

 

Bu bilgilere göre, zamanın bu kadar hızlı aktığı bir alemde bir varlığın her hangi bir işi çarçabuk hemen yapıp bitirmesi gerekir. Ve zaten de öyle olmaktadır, dünya kadar işi bu kadar kısa sürede yapıp bitirdiği için varlığın asıl gelişimi o safhada, yani kürevi zaman ve mekanlarda başlamaktadır. Dünyanın yüzey zamanında asırlarca sürecek bir işin orada kürevi zamanın bir saniyesi içine sıkıştırılabileceği ayrıca söylenmiştir. Herhangi bir insan, eğer zaman mekanla ilgili verilen bilgilerde imajinasyonunu kullanmaz ise bu onun için akıl almaz bir olay olur. Çünkü bunu akıl dışı yapan şey, dünyanın zaman ve mekanıyla üst alemin zaman ve mekanının karşılaştırılmasıdır.


Bütün alemlerin zaman ve mekanları meydana getirildikten sonra ünitenin kontrolü altına geçmez, bunlar ta ilk baştan zaten ünitenin kontrolünde meydana getirilmektedir. Çünkü üniteden gönderilen tesirler, atomları geliştirirken atomların yaydığı partiküllerine de gelip onları da geliştirmekte ve farklı alemlerin zaman ve mekanlarını da kurmaktadır. Bu tesirleri o partiküllere gönderen etken nedir? Madde unsurları zamana bağlanınca orada bir mekan ve bir alem oluşmaktadır. Bir alemin maddeleri geliştirilince onlardan diğer alemlerin mekan ve zamanları da meydana getirilmektedir.

 

Daha evvel denmişti ki, bir maddenin manyetik alanı, içindeki parçalarının manyetik alanlarının sentezinden meydana gelmiş tek manyetik alandır. Aynı bunun gibi, tüm alemlerin zamanlarının sentezinden de tek bir zaman meydana gelir. Aynı şekilde, tüm alemlerin mekanlarının sentezinden de tek bir mekan meydana gelir. Bu tek zaman, kainattaki tüm alemlerin farklı zamanlarının toplamı olur. Tek mekan ise tüm alemlerin farklı zamanlarının bağlı oldukları farklı mekanların toplamı olur. Fakat zaman mekandan ayrılamaz, o takdirde bunların sentezi yapan, tek zaman ve tek mekan haline getiren şey ancak imajinasyon olmaktadır. Fakat imajinasyon da çok ince madde olduğu  için o da meydana getirilen tek mekan içerisine karışmış olarak yerini alır. Bu durumda kainat, farklı zaman ve mekanlara sahip tüm alemleriyle birlikte tek ve büyük bir topluluk olur, hiçbir parçasını hiç kimse diğerinden ayıramaz.


Şimdi, dağınık partikülleri zamana bağlayıp mekanın meydana gelmesine sebep olan şeye kader denmiştir. Yani kader mekanın meydana gelmesine sebep olmaktadır. Üniteden çıkan bütün tesirler, asli prensipten üniteye prensip olarak gelirler. Zaman prensibinin kainattaki durumuna asli zaman denmiştir ve tekdir. Kader prensibinin kainattaki durumu da tüm alemlerin mekanları olarak görünmektedir.

 

Kader prensibi, üniteden kader tesirleri olarak çıkıp kainata yayılınca, bu tesirler alemlerin zamanlarını dağınık maddi partiküllerine bağlamakta ve o alemlere ait zaman ve mekan şekillerini meydana getirmektedir. Bu durumda alemlerin tüm mekanları, kader prensibinin alemlerdeki bir durumu olarak ortaya çıkar. Buna göre, kader prensibi bir faaliyette bulunurken zaman prensibini kullanmak zorunda kalır. Zaman prensibi olmadan kader prensibi tek başına iş yapamaz.

 

Bu bilgilere göre bizim alemimiz, yani hidrojen alemi, kader prensibine bağlı kader mekanizmaları tarafından meydana getirilmiş bir alem olur. Bu durumda bu alemde her ne bulunuyor ise, yer, gök, uzay, her yer ve her şey kader olur, yani mekan demek olur. Dünyadaki tüm görünen veya görünmeyen tüm maddeler, meydana gelen tüm olaylar, insanların bedenleri, idrakleri, duyguları, düşünceleri, her şeyi, bu alemi meydana getiren kaderin, yani mekanın minik birer ayrıntıları olurlar.

 

Bu bilgiye sahip olup dünya hayatına bakınca, mesela bir adamın başına bir iş gelse ‘ kadere bak’ derler. Fakat, bu bilgiler anlaşıldıktan sonra, yani o adamın bedeni ve etrafında var olan her şeyin mekanın birer ayrıntıları olduğunu bildikten sonra, galiba varlıklar o adamın etrafında onun ihtiyacına göre gerekli mekanları kurdu diyeceklerdir. Bu, kaderin mevcudiyetinin insanlara daha evvelinden bildirilmiş olması, bu geniş anlamının idrak edilmesine bir hazırlık niteliği taşıdığı anlaşılmaktadır.


Şimdi, üniteden çıkıp kainata yayılan tesirler önce çok yüksek ve güçlü varlıklardan oluşan kadrolara gelirler. Kusursuz bir işbirliği içinde çalışan bu kadrolar üniteden gelen tesirleri paylaşırlar. Ünite, bir idrak vahdetidir. Üniteye de direktifler prensipler halinde asli prensipten gelir. Kainatta üç ana kadro bulunmaktadır, bunlar asli prensip, kader ve asli zaman kadrolarıdır. Her kadronun kendine göre planları programları ve uyguladıkları kendi teknikleri vardır. Aynı zamanda her kadroya bağlı ve onun altında sayısız organizasyon sistemleri de bulunmaktadır.


Bütün organizasyon sistemleri vazifeli varlıklardan meydana gelmiştir. Bu organizasyon sistemleri vazife planlarının ilk kademelerinden itibaren başlar ve yukarıya doğru bir hiyerarşi içinde yükselerek çıkar. Tüm alemlerde varlıkların otomatik, yarı idrakli ve idrakli olarak ihtiyaçlarına göre, maddelerde meydana getirdikleri her şey bu kadrolarda bulunan vazifeli varlıkların gönderdikleri tesirlerle meydana getirilmektedir. Bu vazifeli varlıklardan da kısaca bahsedelim. Fakat, varlıklar vazife planlarının son hazırlığını sevgi planında yaptığı için, varlıkları vazifeye hazırlayan sevgi planından biraz bahsedelim.

 

Sevgi planı, insanlık alemini bitiren varlıkları daha yüksek planlara hazırlayan ara bir plandır ve bir alemdir. Sevgi planı, bir tarafı insanlık alemine diğer tarafı vazife planına dayanan ve bu iki alemi birbirine bağlayan bir plandır. Sevgi planı, spatyom gibi bir ruh hali olmayıp maddesi ince ve yüksek olan yarı süptil bir alemdir, ve kürevi zaman ve mekan şartlarına sahiptir. Sevgi planının en büyük fonksiyonu, varlıkların kendi istekleriyle seçtikleri veya daha yüksek vazifeli varlıkların verecekleri bir vazife için, kendi idraklerini birleştirerek o vazife için kendilerini sonsuza dek feda edebilecekleri bir duruma getirmesidir.


Dünyada yaşadığımız sevgiler, sevgi planına geçince ilk kademesinden itibaren artarak devam eder, ve sevginin bilinmeyen varyasyonları sevgi planını tamamen doldurur. Sevgi planının hazırlama fonksiyonu vazife planının ilk kademesinde biter. Vazife planı, tamamen değişik bir plandır, oradaki uyum  ve ahenk hiçbir yerde meydana gelemez. Onun için bir varlık, vazife planlarının bu uyum ve ahengini benimseyip kendini feda edebilecek duruma gelirse katılabilir. Kendisini vazife planlarına katılmaya henüz hazır görmeyen bir varlık, sevgi planında biraz daha fazla kalır ve onun hazırlığı biraz daha fazla uzun sürer. Varlıklar sevgi planında sonsuza dek yerleşip kalamazlar. Her insanın mutlaka yaşayacağı bu konuları biraz açalım.


İnsanlık alemini bitiren bir varlık, dünya realiteleri içinde bedeniyle yaşamaya alışmış olduğu için, bu aleme girer girmez bu yerin yarı süptil maddelerinden bir parça yakalar, ve dünyadaki fizik bedeni gibi onu kullanmaya başlar. Bu alemin yarı süptil maddeleri iradi darbelerden etkilenen ve her hangi bir şekle kolayca girebilen maddelerdir. Varlık dünya şartlarında nasıl bir realite içinde yaşamaya alışmışsa orada da benzer realiteler içinde fakat, hayallerinin ve arzularının realiteleri içinde, büyük bir huzur içinde, rahatlık ve sevgi içinde yaşamaya başlar. Burada kimse kimsenin hayatına karışmaz, huzur ve mutluluk her geçen zaman otomatik olarak artar. İşte varlığın yaşadığı bu realite, sevgi planına ilk geçen varlığın yaşadığı, sevgi planının en geri ve en az sevgi dolu bir realitesidir.

 

Vazife planı varlıklarının bir vazife yapabilmeleri için serbest olmaları gerekir. Çünkü, bir vazife planı varlığı vazife yapacağı alemlerdeki maddeleri kullanmaktadır. Onun için, herhangi bir varlığın herhangi bir alemin madde parçasını yakalayıp hayatını onunla hep devam ettirmesi onun ileride yapacağı vazifesine engel olacaktır. Fakat, varlığın oradaki zaman mekan şartlarına uyumu için her şeyden önce bir madde parçasını yakalayıp onu bir beden gibi kullanması, yani hayal ettiği realiteler içerisinde istediği gibi yaşaması doğal ve hatta mecburi olmaktadır.


Varlıklar, bu vazife hazırlığını yaparken zaman içinde realite farkları ortadan kalkar, sorumluluk duyguları birbiriyle kaynaşır, eşit hale gelir, beden olarak kullandıkları maddeleri bırakırlar, idrakleri birleşir ve çok küçük çapta bir vahdet hali, yani idrak birliği meydana gelir. Bir araya gelmiş üç beş varlıktan oluşan gruplar, herhangi bir maddeye bağlı olmadıkları için, yarı süptil alemin maddeleriyle yapılan sevgi dolu hazırlık hayatları sona erer ve serbest olurlar. Serbest olunca da artık, kürevi zaman mekan şartlarına da alışmış oldukları için istedikleri maddeleri istedikleri zaman kullanabilme yeteneğine de kavuşmuş olurlar.

 

Sevgi planının yüksek titreşimleriyle toplanan bu üç beş varlıktan oluşan gruplar, artık tek bir varlıkmış gibi vazife planının en alt kademelerine ait basit işleri yapmaya hazır olurlar. Bu gruplar, yeteneklerine göre çok çeşitli işlerde vazifeler alacakları için organize edilirler. Ve, organizasyon sistemlerine katılım bu grupların organize edilmesiyle birlikte başlamış olur. Bu da, ilk organize olmuş ilk idraklerin, ilk defa vazife planına katılması demek olur. Bu guruplar, vazife planına ait tek bir işi yapmış olsalar dahi vazife planına alınmış olurlar.

 

Şimdi, idraklerin herhangi bir sorumlulukla birleşmesi demek, en küçük bir vazife planının tek bir varlıktan meydana gelemeyeceğini gösterir. Buradaki varlıklar tek başlarına vazife yapmazlar. Vazife planlarının hiyerarşik yapısına katılabilmek için üç beş varlığın idraklerinin birleşerek tek bir vücut gibi hareket etmeleri vazife planının bir kuralıdır.


İdraken birleşmiş varlıkların birbirinden saklayabilecekleri hiç bir sırları da kalmaz. Bir varlığın diğer varlıklarla idrakini birleştirdikten sonra o varlığın eski idrakinden de artık bahsedilemez. Bir vazife adayı olup da idraken birleşen varlıkların idrak genişlikleri, evvelki idrak genişliklerinden çok daha fazla olur. Bu durumda, dünyaya bir bilgi veren vazifeli bir varlığın arkasında, onunla vahdet haline girmiş olan varlık sayısı kadar vazifeli varlıklar bulunmaktadır. Vazifeli varlık ne kadar yüksek planlara bağlı ise bu sayı o kadar çok artacaktır.

 

Bu üç beş varlıktan oluşan guruplar sevgi planından vazife planlarına kayınca aktif olarak hizmete başlarlar, ve gerçek bir tekamül yolunda yükselişleri başlar. Onlara verilen ilk vazifeler genellikle dünyada bir vazife planı hazırlığı içinde olan bir insanın yardımcı varlığı olması ve onun planını uygulamasında o varlığa yardım etmesi vazifesidir. Bu guruplara her hangi bir şeyin veya bir yerin korunması vazifesi de verilebilir. Daha ileri safhalara doğru bu idrak birlikleriyle diğer idrak birliklerinin birleşmesiyle vazife alanları da genişler. İdrak birlikleri hangi seviyelere kadar yükselip birleşmiş ise, o seviyenin altında kalan bütün kainat maddelerine hakim olurlar. Ve bu hakimiyet yavaş yavaş vazife alanlarının genişlemesiyle kainatı kapsayacak kadar büyür, ve orada son bulur.

 

O zaman, vazife planları, organizasyonlar, veya hiyerarşiler hep aşağılarda kalır. Bu idrakler, insan aklının alamayacağı hatta sezemeyeceği şekilde kainatın her şeyiyle birleşir, ve tek bir vahdet idraki olur, buna ünite denmiştir. Aynı zamanda, ruhun sonsuz kainatlar içinde sonsuz tekamül ihtiyaçlarından sadece bir tanesinin tamamlanması demek olur. Bu varlıklar, vazife planının ilk kademesinden son kademesi olan üniteye kadar aktif olarak yükselirken, bu yükseliş için yine sonsuz zamanlar gerekmektedir.

 

Varlıkların idrakleriyle insan beyninde meydana gelen idrak farklıdır, onun için vazife planlarının ilk kademelerinde meydana gelen idrak birliği gibi idrakler dünya insanlarının idraklerinde meydana gelemez. İnsanların realiteleri ve sorumluluk duyguları ne kadar yakın olursa olsun yine de parmak izleri gibi birbirinden farklı olur.

 

Eğer bir insan, vazife bilgisi sezgisini dünyada kazanıp bunu benimseyebilirse, hayatının akışını buna göre düzenleyebilirse, sevgi planına geçtiği zaman diğerleri gibi orada oyalanmaz. Bazı hazırlıkları diğerlerinden daha önce yapmış olduğu için daha uyanık olur. Ve, doğrudan doğruya kendisiyle uyumlu olan varlıklarla idraken birleşir. Ve, vazife planlarının ilk kademelerinde büyük bir mutluluk ve zevk içinde vazife yapmaya hemen başlar. Şu anda bile sevgi planlarına girenler, yaşayanlar, hazırlananlar ve vazife planlarına katılanlar bulunmaktadır. Sevgi planının dünya devreleri gibi açılış veya kapanış zamanları yoktur. İnsanlık alemini bitiren her varlık için kapıları daima açıktır.

 

İkinci bölüme ait olan bu kısa notlardan sonra, dünyanın fiziki olarak kendisini nasıl değiştireceği, yeni dünyanın ve hayatın nasıl başlayacağı konularından başlayarak üçüncü bölümün kısa notlarına geçelim.

 

Free Hit Counter (01.01.2016)

Copyright © 2016. The Last Knowledge.
Bu site özeldir ve ticari amaç taşımaz.