Kısa Notlar

LK banner 2016

19:43:50
 19/04/2024

Normal kültür seviyesindeki bir insan, maddenin tarifiyle başlayan son bilginin kısa notlarını dikkatle incelediği takdirde, ihtiyacı olabilecek bilgi ve idrakin de ön sezgilerini kazanacaktır. Mesela, dünyaya verilen bilgiler maddenin ne olduğunu tarif etmekle başlıyor. Dikkatli bir insan, kendisinin de bir madde olduğunu bilir ve bu tarife kendisinin de dahil olduğunu hesaba katarak düşünür. Sonunda da, onun bu dikkati, onu hayatın amacı olan gerçeklerin sezgisine ulaştırır. Kaynağı dünyaya ait olmayan bilgilere yabancı kalanların, bu yabancılığı mesafesinde yürüyeceği yollar olacaktır. Bu yolların kat edilmesi, o insanların özgür irade ve idraklerine bırakılmıştır.

Şimdi, bilgi başlarken, maddeyi tesirlere zemin teşkil eden ve bu tesirlere cevap veren bir unsur olarak tarif etmekle başlıyor. Bu, maddeyle ilgili unutulmaması gereken temel bir bilgidir. Buradaki maddelerin ölçüye tartıya gelmeyen tarafları bulunduğu için, önce bu bilgiyi zihin gözüyle görüp anlamak gerekir. Ve biz de, nasıl  zihin gözüyle görüp anladığımızı basitçe izah etmeye çalışalım.

Madde, kendisine gönderilen tesirlerin özelliklerine göre sonsuz şekil ve durumlar almaktadır. Bu duruma göre maddenin tüm özelliklerini tesirler meydana getirmektedir. Eğer bu tesirlerin maddelere gönderilmediği kabul edilirse, o zaman maddelerin görünen tüm özellikleri kaybolacak ve bilinmeyen bir hale gelecektir. Hiçbir tesirin gönderilmediği kabul edilen bu durumdaki maddeye, asli madde denmiştir. Maddeler sürekli var olduğuna göre tesirler de sürekli gönderiliyor demektir. Sürekli gönderilen tesirler, özelliklerine göre maddelerde sürekli görünen hareket şekillerini meydana getirecek ve eğer tesirler kesilecek olursa madde aslına dönecek ve bir şekli olmayacaktır.       

Maddeye az tesir gönderilebilir veya çok tesir gönderilebilir. Maddedeki hareketler tesirlerle meydana getirildiğine göre, az tesir gönderilirse o maddenin hareketleri az olacak, çok tesir gönderilirse hareketleri çok olacaktır. Az tesir alan maddenin hareketleri az olduğu için aslına yakın olacak; çok tesir alan maddenin hareketleri çok olduğu için aslından uzak olacaktır. Bu bilgiye göre aslına yakın maddeler basit ve kaba maddeler olacak, aslından uzaklaşmış maddeler de gelişmiş ve ince maddeler olacak. Fakat bu durumun kesin bir kural olmadığı da söylenmiştir.

Bir madde ister basit olsun ister gelişmiş olsun, o bir hareket topluluğudur. Her hangi bir seviyedeki bir madde topluluğuna gönderilen tesirler, özelliklerini değiştirmeden sadece kuvvetini arttırmakla, o maddenin serbest hareketlerini daraltabilmektedir. Yani o maddeyi meydana getiren mevcut hareketleri birbirine yaklaştırabilmektedir. Bu durumda o madde gelişmiş ve ince olsa bile bu etki altında sıkışıp kalarak kaba bir görünüm almasına sebep olmaktadır. Onun için, bir maddenin ince veya kaba oluşlarına bakarak her zaman o maddenin basit veya gelişmiş bir madde olduğuna karar verilmez.  

Maddenin tüm özelliklerini tesirler meydana getirdiğine göre, tesirler kesildiği zaman da madde aslına dönüp görünmez olduğuna göre, biz neyi görüyoruz? Tesirlerin aslı da, maddelerin aslı da, görünmez unsurlardır. Görünmez halde bulunan tesir, görünmez halde bulunan asli maddeye gönderildiği zaman, onda bir takım hareketleri meydana getirmektedir. İşte bu hareketler, bizim madde olarak görüp bildiğimiz unsurlar olmaktadır. Bununla birlikte bu görüp bildiğimiz hareket unsurları, yani maddeler, çok geniş bir skalanın bir sürü çizgileri arasında başlardakine yakın, çok dar iki çizgisi arasında kalmaktadır.

İnsan gözü bu maddelerin her hareketini göremez. Gözün görme veya kulağın duyma frekanslarının ne kadar sınırlı olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte insanın idraki de sınırlıdır. Maddenin her hal ve durumunu idrak edecek bir genişliğe sahip değildir. Fakat insan her şeyi merak eder ve düşünür, acaba bu asli madde nasıl bir şeydir? Bütün maddelerin atomları vardır ve o atomların hareketlerine bağlı kendi zamanları da vardır.  Böyle hiç bir atomu olmayan zamansız bir madde hali düşünülecek olursa, onun nasıl bir şey olduğunu anlamanın imkansız olduğu ortaya çıkar. Onun için, karanlık bir ortamın böyle hareketsiz ve dağınık halde bulunan maddelerinin varlığı teorik olarak kabul edilmiştir.

Şimdi, tesirlerin gönderilmediği asli madde hareketsiz ve dağınık bir halde bulunmaktaydı. Tesirler gönderildikten sonra o maddelerden basit bir atom meydana getirilmekte ve bu atomun da geliştirilmekte olan bir safhası bulunmaktadır. Atomun bu geliştirilen safhası idraklerden uzak kaldığı için bu safhaya karanlık safha denmiştir. Bu karanlık safhadan sonra hidrojen safhası başlamaktadır. Bu da hidrojen aleminin başlangıcı olmaktadır. Yalnız bu hidrojenin kimyada öğrendiğimiz hidrojen atomu olmadığı söylenmiştir. Kimyadaki hidrojen atomu orada ilk sırada yer aldığı için meydana getirilen bu ilk basit atoma da hidrojen atomu denmiştir. Aslında bu basit atomu ayırmak için başka bir isim vermek gerekir. Kısaca ilk basit atomun geliştirilmesiyle, içinde bulunduğumuz astronomik alemin tüm maddelerinin hal ve şekilleri meydana getirilmiştir.

Şimdi, kainat bir bütündür ve alemlerden meydana gelmiştir. Her alemin kendine göre özellikleri vardır, ve bu özellikler de ruhların ihtiyaçlarına göre düzenlenmiştir. Asli madde ise burada, kainatın temel maddesini oluşturmaktadır. Asli madde, kendisine gönderilen tesirlerle ilk harekete geçirildiği andan itibaren geliştirilirken birbirine bağlı safhalar meydana gelmektedir. Her safha bir alem olmakta ve her alemin de kendine göre ayrı hareket şekilleri ortaya çıkmaktadır. Bu durumda her alemin asli maddesi, madde kainatını oluşturan temel maddenin, yani asli maddenin ilk halinden itibaren geliştirilerek ulaşmış olduğu çeşitli safhalarından birini ifade etmekte, ve kendi özelliklerini de o ilk maddesinin içinde taşımaktadır.

Yani her hangi bir alemin asli maddesi, o alemin ilk ve basit maddesi olmaktadır. O alemin özelliğini taşıyan hareketler, o alemin ilk ve basit maddesinde saklı olarak bulunmaktadır. Yalnız bir alemin ilk ve basit maddesi, o alemin bir altında bulunan daha geri bir alemin zengin maddelerinden çıkmıştır. Bu zengin maddeler bir yukarıdaki alem için ilk ve basit maddeler olmaktadır. Maddeler geliştirilip yükselirken her safhada alemleri meydana getirmekte, ve her alemdeki maddeler de zenginliğini o alemde artırarak yükselmektedir. Herhangi bir alemin ilk ve basit maddelerindeki bu saklı özellikler, yavaş yavaş o alemde hareketler olarak ortaya çıkmakta, ve o hareketler de o aleme ait özellikleri yavaş yavaş meydana getirmektedir.

Şimdi, bu asli maddeye tesirlerin nereden geldiği düşünülecek olursa; asli maddenin özellikleri açıklanmıştı, onlar hareketsiz bir şekilde öylece duruyordu. Bu tesirleri o maddelerin ortaya çıkarması imkansızdır. Bu bilgileri öğrenip bunu düşünebilen bir insan, bu tesirlerin bu kainat maddelerinin içinden değil, madde kainatının dışından bir yerden gelmesi gerektiğini düşünür. İşte o insanın düşündüğü veya düşünebileceği bu yere veya kaynağa ruh denmiştir. Kainatta her şey madde olduğuna göre, tesirlerin kaynağı da kainat dışında olduğuna göre, ruh da kainat dışında demektir. Bu bilgiye göre, insan bedeninde, dünyada veya kainatın herhangi bir yerinde ruh yoktur demektir.

Burada biraz derin düşünülürse, ruhu kainatın dışında belli bir yere koyarak ona bir mekan yaratıldığının da fark edilmesi gerekir. Çünkü, dışarıda, içeride, uzağında, yakınında, hatta geçmişte veya gelecekte bulunması gibi kavramlar, o ruhun o kainatta meydana getirmiş olduğu maddelerin ifade ettiği kavramlardır. Bu kavramlarla ruhun yeri asla tarif edilemez, onun için de, dünya insanı ruhun bulunduğu yeri asla idrak edemez. Kainata o tesirleri gönderen ruhu da idrak edemez. İnsanın, ruhlar sadece tesirler göndererek kainatla bağlantı kurmakta ve tüm kainat maddelerinin ifade ettiği kavramların üzerinde bulunmaktadır, bilgisiyle yetinmesi gerekir. Bu durumda kainat, ruhların tesir göndererek kullandığı ve sonuçlarının geri alınarak bir fayda sağlandığı ortamlar, olarak ortaya çıkar. Buna göre, ruhların kainatı kullanma sebebi olmazsa kainat diye bir şey de var olamaz.

Ruhlar nasıl tesirler çıkartıp da kainata gönderiyor ve maddeleri hareket ettiriyor, sonra, insan bu hareketlere bakınca da sanki maddelerin içindeymiş gibi görünüyor? Yukarıdan verilen bilgilere göre ruhların kainatla bağlantısı direkt olmayıp dolaylı yollardan kurulmaktadır.

Şimdi, kainat bir tane değildir. Kainatlar sonsuzdur ve birbirinden farklıdır.  Tüm kainatlar ve bu kainatların üzerinde bulunan ruhlar da dahil, her ikisini de kapsamı içine almış, yüksek prensipler bulunmaktadır. Bu prensipler tüm kainatların ve ruhların geleceğini ayarlamakta ve belirlemektedir. Kainatlar içinde, kainatlar üstünde, ve ruhlar arasında her ne varsa bu prensiplerin hakimiyeti ve himayesi altında bulunmaktadır. Sonsuz sayılardaki ruhlardan ve sonsuz sayılardaki kainatlardan, her ikisinden de kesin ve yine sonsuz bir ulaşılmazlıkla ayrılmış olan bu prensiplerin kaynağına ‘Asli prensip’ denmiştir. Bu bilgiden sonra kainat üstü ruhlar hakkında bir şey konuşulamaz iken, asli prensibin niteliği hakkında hiç mi hiçbir şey konuşulamaz.

Ruhların kainat maddelerinden fayda sağlaması, asli prensibin kurallarıyla gerçekleşmektedir. Asli prensibin kuralları ise kainatları ve kainatlar üzerinde bulunan ruhları da kapsamı içine almaktadır. Onun için, asli prensibe ait kurallar çok derin ve büyük manalar taşımaktadır. Fakat, bu kurallar dünya insanı için sadece sembollerden ibaret kalacak ve ancak bazı sezgiler verebilecektir.

Şimdi, Asli prensibin kudreti, prensipler olarak yayılmaktadır. Asli prensipten yayılan prensipler, bu kainatın en üst sınırında bulunan varlıklar birliğine gelir. Bu varlıklar orada birleşmiş ve bir birlik oluşturmuşlardır. Bu varlıklar birliğine ünite denmiştir. Asli prensipten çıkan prensipler, ünite ile birleşir. Oradan tesirlere dönüşmüş olarak çıkarlar ve bütün kainatın her yerine yayılırlar.

Bu tesirler, her varlığın ihtiyacına göre, düalite prensibine bağlı maddelerin değerlerinin farklı hale getirilmesi tekniğiyle, maddeleri her türlü hal ve şekillere sokar. Bu varlıkların maddelerle, ruhlarla, ve birbirleriyle irtibatları sağlanır. Ve, bu tesirler mekanizmasıyla kainatı belirlenmiş hedefine doğru götürürler. Bu durumda kainatın hiçbir parçası bu tesirlerin dışında kalamaz.

Burada bahsedilen varlığa gelince, onun hakkında kısa bir ön bilgi verelim. Varlık, herhangi bir ruhun bu kainat sonuna kadar tekamülünü yerine getirebilmesi için, belirli bir safhaya kadar geliştirilmiş maddelerden toplanarak meydana getirilmiş, bir madde topluluğudur. Yani ruhun bu kainattaki bir aracıdır. Bu öyle bir araçtır ki ruhun davranışlarını ve ihtiyaçlarını kainat içinde tam olarak ifade eder. Onunla konuşmak ruhuyla konuşmak demektir. Onsuz ruha ulaşmak imkansızdır. Eğer ruh, ileride bu kainattan ayrılıp başka bir kainata geçecek olursa, doğal olarak bu varlık dağılacak ve asli maddeye dönüşecektir.

Varlığın hareketlerinde görünen ifadelerin nasıl ortaya çıktığına gelince, her şeyden önce bu varlığın bu kainatın bir maddesi olduğunu unutmamak gerekir. Kainat maddesinin ana özellikleri daha önce söylenmişti; hareketsiz ve dağınık bir madde idi. Bu durumda bir varlığın her hareketi, kendisinden olmayan bir durumu ifade eder. Yani varlığın maddede görünen hareketlerindeki, maddede bulunmayan ifadeleri ruhtan kaynaklanır. Varlıkta ortaya çıkan bütün durum ve davranışlar, ruhta bulunan ve insanlar için bilinmeyen çok daha geniş ve kapsamlı durum ve davranışların birer yansıması olarak ortaya çıkmaktadır. Örnek olarak da dünya insanında bulunan idrakin faaliyeti gösterilmiştir.

İnsanın sinir sisteminde bulunan bazı hassas maddi bileşikler sürekli titreşim halindedir. Bu titreşimler insanın idraki şeklinde görünmektedir. Bu bileşiklere dışarıdan gelen tesirler düalite prensibi ve değer farklanması mekanizmasıyla titreşimlerini azaltabilir veya çoğaltabilir. Buna bağlı olarak da insanın idraki daralabilir veya genişleyebilir. Dolayısıyla idrak, maddede meydana gelmiş bir hareket olur. Fakat bu, aynı zamanda ruhta bulunan ve insanlar için bilinmeyen çok daha geniş ve kapsamlı bir davranışın bir yansıması olarak ortaya çıkmaktadır. Yani ruhtaki bir ifade maddenin hareketlerinde görünmüştür.

Kainatın asli maddesinin özelliği ile ruhun özelliğinin farklı olmasından dolayı ruh ile kainat tamamen farklı yapıdadır. Ruhlar kainatlardan parçalar alıp da meydana gelmiş değildir. Bu yüzden, sonsuz ruhlarla sonsuz kainatlar arasında kesin bir ayrılık vardır. Aynı zamanda, bu kainatın asli maddesi geliştirilerek diğer kainatları meydana getirmiş de değildir. Her kainat maddesi kendi kainatı içinde sonsuza dek kurulup dağılmaktadır. Bu da, ruhların tekamüllerinin sonsuza kadar süreceğini ifade eder. Onun için, ruhun tekamülünün sonsuz olduğunu kabul etmek mecburiyeti vardır. Tek çeşit bir asli maddeyle veya tek bir kainatla ruhların sonsuz tekamül ihtiyaçları karşılanamaz. Ruhların sonsuz tekamül ihtiyaçlarından birisi de bu kainatta tatbikatlarla sağlanmaktadır.  

Ruhların tekamülleriyle kainat maddelerinin geliştirilmesini de ayrı görmek gerekir. Maddelerin geliştirilmesi, içeriğindeki hareketlerin ve değerlerinin artması olurken, buna paralel olarak ruhta gelişen duruma da tekamül denmiştir. Bu durumda, bir ruhun tekamül durumunu anlayabilmek için, onun varlığını ve o varlığa bağlı maddelerin hareket şekillerini izlemek gerekir.

Şimdi, ruhların kainatta bulunmadığı söylenmişti. Bizim alemimiz hidrojen atomlarından meydana getirilmiş bir alemdir. Hidrojen atomu meydana getirilmeden önce maddeler hareketsiz ve dağınık idi. Bu karanlık ortamın maddelerinde bizim alemimize ait hiçbir şekil yoktu ve buna asli madde denmişti. Ruhun tekamül ihtiyacı, asli prensibe ait tesirler tarafından bu hareketsiz ve dağınık madde halleri üzerine yansıtılır. Ruhların ihtiyaçlarını bu maddeler üzerine yansıtan tesirler, aynı zamanda düalite prensibi ve değer farklanması mekanizmasıyla maddelerde hareketi de meydana getirir. Maddelerde meydana gelen hareketler de, aynı tesir kanalından ruha tekrar geri yansır. Bir ruhun kainatla bağlantısı dolaylı yoldan kurulmuş olur. Maddelerde meydana gelen hareketler de ruhtaki davranışların sembolik birer ifadesi olur. Bu konuyu biraz açalım.

Asli tesirler tarafından, ruhların ihtiyaçları asli madde ortamına yansıtıldığı zaman ruhlar, bu maddelere hemen tutunamaz. Bu karanlık ortamda sonsuzluk kadar uzun bir zaman uğraşırlar, ve sonunda bazıları bu maddenin bir parçasına tutunur. Tuttuğu parça bir atomdan da küçüktür. Bu olaylar karanlık bir ortamda meydana gelen ve görünmeyen olaylardır. Ruh, bu parçayı tutar tutmaz üniteden de bu parçanın ortasına bir tesir gelir, ve bu madde parçası iki tesir altında kalmış olur. Bu tesirlerden birisi üniteden diğeri ruhtan gelmektedir. Fakat bu tesirlerin kökeni yine asli prensibe dayanmaktadır.

Üniteden ve ruhtan ayrı ayrı gelen tesirler zıt karakterler taşırlar. Ve, ruhun yakalamış olduğu madde parçasında ilk düaliteyi meydana getirirler. Bu düaliteye bir birim düalite denmiştir, Yani maddede ilk zıt kutup oluşmuştur. Asli maddenin kendisine gelen tesirleri geri yansıtma özelliği vardır. Üniteden gelen tesir maksatlı gönderilmektedir ve bu tesirler asli maddeyi hareketlendirip bir kısmını üzerine çeker. Fakat bir kısım partikülü kendi üzerine çekince, bu maddeler bu tesiri geldiği yere geri yansıtamamaktadır. Etrafından partikül toplamak gibi bir faaliyette bulununca değişikliğe uğramakta ve topladığı o maddelerin etrafına yansıtmaktadır. Bu yansıyan tesir de o maddenin manyetik alanı olmaktadır.

Asli maddeye ait partiküller çekilirken meydana gelen çeşitli dönme hareketleri de hidrojen aleminin ilk hareketleri olmaktadır. Ruhun tekamül ihtiyacı sonuçta basit bir atomunun meydana gelmesine sebep olmuştur. Astronomik alemimizin her şeyi bu basit atomlardan meydana gelmiştir. Yani gezegenler, güneş sistemleri, galaksiler, nebülözler, bu atomlardan meydana getirilmiştir, ve onlar da dönmektedir.

Ruh, bir düaliteye sahip bu basit atoma bağlandıktan sonra otomatik olarak ona bağlı kalmaktadır, fakat atomda meydana getirilen hareketlere hakim değildir. Bu atom ilk oluşturulduğu andan itibaren asli tesirlerin kontrolü altındadır, ve bünyesindeki hareketler de maksatlı bir hedefe doğru geliştirilmektedir. Ruh, bu safhada sadece bu hareketlere pasif olarak katılmakta  ve aktif hiçbir faaliyeti bulunmamaktadır. Bu durumda ruh, tekamülün bir çeşit pasif uyum sağlama safhasında bulunuyor demektir. Bu durumda iken ortada idrak, irade, şuur, özgürlük, hiçbir şey yoktur.

Ruh, bu pasif tekamül sürecini izlerken, maddeler arasındaki hareketlerin sebep sonuçlarıyla ilgili durumları ilk defa içgüdüsel olarak kazanmaya başlar. Yalnız, ruh bu içgüdüyü maddelerden çekip almıyor; maddelerin hareketleri ruhta bir içgüdü diyebileceğimiz bir kabiliyetini uyandırıyor, ve ruh uyanan bu içgüdüsüyle maddelerdeki hareketlerin sebep sonuçlarıyla ilgili ilk bilgileri alıyor.  

Bu arada asli tesirler basit hidrojen atomunu düalite prensibi ve değer farklanması mekanizmasıyla geliştirmeye devam ederler ve kimyada bildiğimiz hidrojen atomu haline getirirler. Ve, bunlardan da yüzün üzerinde eleman ortaya çıkar. Tesirler, atomu geliştirmeye devam eder ve sonunda o kadar zenginleştirir ki dünyada bilinen bu elemanların da dışına çıkar. Atom bu seviyeye gelince dünya maddelerinin dışında ölçülemeyen bazı partiküller yaymaya başlar.

Şimdi, hidrojen atomunun geliştirilmesi sonucu yayılan bu partiküller çok ince maddelerdir. Maddeler hangi hal ve durumda olurlarsa olsunlar belirlenmiş olan prensip ve mekanizmaların dışına çıkamazlar. İnceliği artmış olan bu maddelerin hareketleri, dünya insanı için madde üstü hareketler olarak görünmektedir. Asli maddede görünmeyip varlıkta ortaya çıkan ve insanların ruhi ve manevi değerler olarak kabul ettikleri her şey bu ince maddelerin çeşitli şekillerdeki hareketleri olmaktadır.

Varlık için gerekli olan, insan için manevi görünen, maddelerdeki bu hareketlerin tecrübelerini varlığın kazanabilmesi için, bu hareketlerin çok ince maddelerin çok çeşitli şekillerdeki hareketleri olduğu bilgisi, varlıklar dünya tatbikatlarını sağlıklı bir şekilde bitirsinler diye insanlardan gizlenmişti. İnsanlık geliştiği için artık bu bilgileri hak etmiş ve her şey ayrıntılarıyla izah edilmiştir.

Şimdi, geliştirilmiş bu atomdan yayılan partiküller dağınıktır, asli madde de dağınıktı. Fakat asli madde basit ve hareketsiz iken bu atomdan yayılan partiküller hareketli ve zengin içeriklere sahip olarak yayılmıştır. Ortaya çıkan bu partiküllerin bulunduğu ortama yarı süptil ortam denir. Bu yarı süptil ortam, atomun geliştirilmesiyle meydana gelen yeni bir alemdir. Ve bu partiküller de, bu yeni alemin ilk ve basit atomlarını oluşturur.

Üniteden atoma gönderilen tesirler, bu yarı süptil ortamın basit atomlarına da gönderilir, ve onları tekrar geliştirir. Bu defa daha yüksek ve daha ince dağınık başka partiküller ortaya çıkar. Bu partiküllerin bulunduğu ortama da süptil ortam denir. Yani, yarı süptil alemden daha yüksek bir alem meydana getirilmiş olur ve bu aleme de süptil alem denmiştir.

Süptil alemin partikülleri ortaya çıktıktan sonra üniteden atoma gönderilen tesirler, süptil ortamın maddelerine de gönderilir. Fakat, bu defa onları da geliştirmeye devam etmesi gerekirken tam tersine bu ortamın bir kısım partiküllerini bir araya toplamaya başlar. O partiküllerden bir topluluk meydana getirir. Aynı tesirler, ruhun geliştirilmiş atomla olan bağlantısını koparıp, bu yeni meydana getirilmiş olan partikül topluluğuna bağlarlar. Bu topluluk, süptil alemin maddi partiküllerinden meydana getirilmiş yeni bir topluluk olur. Ruh, daha önce atoma bağlıyken şimdi de bu partikül topluluğuna bağlanmış olur.

Ruh, bu süptil madde topluluğuna ilk defa bağlanınca, asli maddeye ilk defa tutunan ruhlar gibi tecrübesiz olmaz. Bu zamana kadar kazandığı bir tecrübesi vardır. Tabi bu tecrübe, aktif değil pasif tekamül sürecinde iken asli tesirler tarafından kazandırılan içgüdüler şeklinde ortaya çıkmıştır. Doğal olarak ruhun tesirleri, bu süptil madde topluluğuna bağlanınca ruhun o ana kadar kazandığı tecrübeleri de otomatik olarak bağlanmış olur. Varlık da sanki doğuştan tecrübeliymiş gibi bu basit içgüdülere sahip olarak ortaya çıkar. Asli tesirler, ruhlara yardım olsun diye kainat maddelerine ilk defa tutunan ruhları oradan alıp bu süptil madde topluluğuna bağlamazlar.

Bu süptil madde topluluğu, bu kainatta artık ruhun hizmetinde bulunan bir varlık olmuş olur. Yani bu varlık, kusursuz bir şekilde ruhun davranışlarını kainata yansıtan ve bu davranışların reaksiyonlarını da tekrar ruha yansıtan bir araç olur. Bu süptil madde topluluğu bildiğimiz maddi özellikleri taşımadığı için buna bir enerji topluluğu, veya tesirler topluluğu yada tesirler yumağı denmiştir. İnsanlar arasında öz varlık, öz benlik, veya yüksek benlik, olarak bilinen şey bu varlıktır. Elbette ruh, atomdan kopartılıp bu enerji topluluğuna bağlanınca, o atomun bulunduğu alemin  zaman ve mekanından da kopartılıp uzaklaştırılmış olacaktır.

Süptil ortamın partiküllerinden toplanarak meydana getirilmiş olan bu yeni varlık, çok basit iç güdülere sahip olarak yaşamaya başladığı zaman, ruh için de yeni bir safha başlamış olur. Bu safha, kaba atomlara hakim olmaya çalışmak ve onları bir araya getirip çeşitli kaba maddeleri meydana getirmek gibi, yine çok uzun sürecek olan faaliyetlerdir. Ruh, daha önce pasif bir tekamül sürecinde iken şimdi de aktif bir tekamül sürecinde bulunmaktadır. Fakat varlık iki atomu tutup da yan yana getirememektedir. Çünkü ruhun bu yeni varlığı atomlara direkt bir etki yapacak özellikte değildir. Ruhun, bu varlığını kullanarak bu kainatta yapacağı tecrübeleri veya sınavları buradan itibaren başlar.

Şimdi, bir atomda bir sürü partikül toplanmıştır ve her partikülün de bir manyetik alanı vardır. Bir atomun manyetik alanı da, içindeki partiküllerin manyetik alanlarının birbiriyle uyum sağlayarak meydana getirmiş olduğu daha büyük bir manyetik alandır. Bu manyetik alana, manyetik alanlar sentezi denir. Bu o kadar çok önemlidir ki atomdan başlayıp kainat idaresine kadar çıkar.

Çok basit iç güdülere sahip olan varlık da, atomların manyetik alanlarına tesirler göndererek önce atomları manyetik alanlarından kontrol etmeye çalışır. Yavaş yavaş atomları bir araya toplamaya başlar, sonra dağıtır, başka türlü toplar, tekrar dağıtır, bir daha toplar, ve çok çok uzun bir zaman sonra atomlara manyetik alanlarından hakim olur. Ve, artık kaba maddeleri istediği gibi meydana getirir. Fakat atomun içindeki hareketler asli tesirlerin hakimiyeti altındadır ve o atoma da bir ruh bağlıdır. Varlıklar oraya müdahale edemezler ancak, atomların manyetik alanlarına gönderecekleri tesirlerle, çeşitli atomları bir araya getirip çeşitli maddeleri meydana getirebilirler. Varlıkların gönderdikleri bu tesirlere tali tesirler denmiştir.

Ruhun tekamül ihtiyacını maddelere ait tek bir safha karşılamaz. İleri bir düzeye geçmek için, ruhun yeni ihtiyaçları varlığa yansır. Varlık da yine atomların manyetik alanlarını kullanarak çok daha çeşitli maddeleri bir araya getirir, ve onlara hakim olma tecrübelerine başlar. Fakat bu defa meydana getirdiği şey, basit bir bitkinin basit bir hücresi olmuştur. Bir bitkide bulunan bu küçük ve basit hücre, o varlığın ilk defa dünyada meydana getirdiği canlı bir bedeni olur. Canlı kavramının nasıl ortaya çıktığını görmek gerekir. Aynı varlık cansız dediğimiz maddeleri de meydana getiriyordu. Hatta o varlık ortada yok iken bile atomlara ruhlar bağlıydı. Onun için, canlı cansız kavramı bu bilgilerden sonra hükmünü kaybeder. Ancak, ruhun bağlanmadığı asli maddeler için cansız kavramı kullanılabilir.

Varlık, bu basit hücreye hakim olma tatbikatını bitkinin diğer çeşit hücrelerinde de sürdürür ve en sonunda bitkinin tüm hücrelerinin manyetik alanlarına hakim olur. Varlık, bu basit bitki bedeniyle içgüdüsel olarak toprağa, suya temas ederek çevresinde bulunan maddelere otomatik olarak etki etmeye çalışır. Bu o kadar yavaştır ki eğer izlenecek olursa yaptığı enteresan işlerin sonuçları sonradan fark edilecektir. İleride büyük işler yapacak olan ve şimdilik ot deyip geçtiğimiz basit bir bitki bedeniyle tatbikatına başlayan varlık, çok çok uzun zamanlar içinde daha gelişmiş bitki bedenlerine doğru hakim olma tecrübelerini sürdürür. Bitki deyince sadece dağlarda ovalarda bulunan ot ve ağaçları kastetmiyoruz. Bunlara yediğimiz sebze ve meyveler de dahildir. Ve varlık, bitkiler aleminin tecrübelerini kazanarak bir sonraki safhaya hazırlanmak üzere yarı süptil bir aleme geçer.

Varlık, yarı süptil bir alemde gerekli hazırlığını yaptıktan sonra dünyaya tekrar döner ve bu defa en basit bir hayvan organizmasının en ilkel hücrelerine hakim olma tecrübesine başlar. Onun için hücre kurmak ve kontrol etmek artık çok kolaydır. Onun bu organizmalardaki tecrübesi, daha fazla karışık ve gelişmiş olan sinir sistemi hücrelerine kadar çıkar. Bu gelişmiş hücrelere hakim olmanın tecrübelerini de kazanır, ve manyetik alanlarından kontrol ederek en sonunda bir hücre topluluğu olan ilkel bir hayvanın bedenini olduğu gibi hakimiyeti altına alır ve yönetmeye başlar. Bu ilkel hayvanın henüz eli ayağı veya karmaşık organları yoktur. Varlık, ilkel bir hayvan bedeninden başlayıp çok çok uzun zamanlar içinde, dünyada ve başka gezegenlerde bulunan daha gelişmiş hayvan bedenlerine doğru hakim olma tecrübelerini sürdürür. Ve, hayvanlar aleminin tecrübelerini kazanarak bir sonraki safhaya hazırlanmak üzere yine yarı süptil bir aleme geçer.

Varlık, yarı süptil alemde gerekli hazırlığını yaptıktan sonra tekrar dünyaya dönecek ve gelişmiş hücreleri kullanarak artık ilkel bir insan bedeni kuracaktır. İlerde anlatılacak olan, insanlığın en ilkel safhalarından başlayacak ve on binlerce yıl sonra insanlık alemini de bitirecektir. İnsanlık alemini bitirdikten sonra daha yüksek alemlerin hazırlığını yapmak üzere yine yarı süptil alemlere geçecek, ve uzun bir zaman orada, vazife planlarına katılmanın hazırlığını yapacaktır. Gerekli hazırlığını yaptıktan ve vazife planlarına katıldıktan sonra, varlığın yükselişi sonsuz görünen esiri alemlerde devam edecek, ve bu yükseliş kainatın sonuna kadar sürüp gidecektir.

Şimdi, kainatta insanlık alemini temsil eden insan bedenleri sadece bu dünyada bulunmamaktadır. Bir güneş sisteminin herhangi bir gezegeninde, o gezegenin şartlarına uygun bedenler kurarak gelişen varlıklar, sonunda hidrojen aleminin son safhalarına kendi sistemlerinde de ulaşmaktadırlar. Bizim güneş sistemimizde hidrojen aleminin son safhasında bulunan bedenler, şu anda sahip olduğumuz insan bedenleridir. Güneş sistemi bir tane değildir. Diğer güneş sistemlerinde bulunan varlıklar, kendi sistemlerinin şartlarına uygun çok değişik yapılarda insan bedenleri kurarlar. Dünyadaki insan bedenlerinin yaptığı fonksiyonla, o uzak yerlerde kurulan insan bedenlerinin yaptığı fonksiyon aynıdır. Her sistemde kurulan insan bedenlerinin birbirine tıpatıp benzemesi şart değildir.

Şimdi, bir varlık bir gezegende, milyarlarca hücreden meydana gelmiş karmaşık bir bedeni tek başına kuramamaktadır. Ancak ruhların tekamüllerinde vazifeli olan varlıkların yardımlarıyla kurabilmektedir. Varlığa taa ilk baştan, ilk meydana getirildiği andan itibaren her adımında yardım edilmektedir. Varlık, yardımlarla kurduğu bir bedene devamlı tesirler göndererek ona bağlanır. Ruhun ihtiyaçları için gerekli olan dünyadaki faaliyetler, yani kaba maddeler ve diğer varlıklar arasındaki faaliyetler ancak bu beden sayesinde yapılabilmektedir. Varlık, ruhun ihtiyaçlarını yerine getirdiği anda bedeni bırakır. Fakat ruhun dünyaya ait bütün ihtiyaçlarını bir tek dünya bedeni veya bir tek dünya hayatı karşılayamaz. Ruhun eksik ihtiyaçlarını karşılamak için varlık başka bir beden daha kurmak zorundadır. Tabi ki bir varlık bir bedeni bırakırsa insanların gözünde ölüm, kurarsa doğum olur. Fakat, bu faaliyetler de yine vazifeli varlıkların yardımlarıyla yapılmaktadır.

Şimdi tesirler ve fonksiyonları üzerinde biraz duralım. Maddi kainatın sonsuz alemlerine, nebülözlerine, galaksilerine, gezegenlerine ve maddelerin en küçük parçalarına kadar bir sürü tesirler gelmektedir. Bu tesirler kompleksi, kainatta kusursuz bir düzen içinde akmaktadır. Ruhların kainatla bağlantılarını sağlamakta ve tekamül ihtiyaçlarını karşılamaktadır. İnsanlar için maddi manevi görünen her şey dahil, kainatın en küçük parçasından tamamına kadar her ne varsa, asli prensibin kurallarını taşıyan bu tesirlerin kapsamı içinde kalmaktadır.

Asli prensipten gelen tesirlerin kainat maddelerinde iş yapması demek, düalite prensibi ve değer farklanması mekanizmasıyla fonksiyonlarını yapması demektir. Tesirler, asli maddenin sonsuz hareket imkanlarını kullanarak ruhların tekamül ihtiyaçlarını karşılarken, vazife prensipleriyle birlikte çeşitli mekanizmaları da kullanırlar. Şimdi, asli prensibe ait prensipler kainata geldiği zaman, bu prensipler kainat içinde tesirler olarak ortaya çıkmakta ve bu tesirler de dört gurupta görünmektedir. Bunların tesire dönüşmeden evvel kainat üstündeki durumları bilinmemektedir. Bu dört gurup tesirden ikisi direkt gönderilen asli tesirler olmakta ve diğer ikisi de maddelerden ve varlıklardan çıkan tali tesirler olmaktadır.

Birinci gurup tesirler, ruhların ihtiyaçlarını kainata yansıtan ve kainattaki reaksiyonları da tekrar ruhlara yansıtan tesirlerdir. Bu tesirler ruhların ihtiyacını kainata yansıttığı için ruhların kainatla irtibatını sağlar ve bize göre ruhlardan gelen tesirler olarak görünür.

İkinci gurup tesirler, maddeleri meydana getiren tesirlerdir. Bu tesirler üniteye gelirler ve oradan ayarlanmış olarak bütün kainata dağılırlar. Bu tesirler atomları meydana getirip bu atomlarla dünyaların, galaksilerin, alemlerin meydana gelmesine sebep olurlar. Bu tesirlere esasi tesirler denmiştir.

Üçüncü gurup tesirler, doğrudan doğruya kainat dışından gelmeyip kainat içinde bulunan varlıkların gönderdiği tesirlerdir. O varlıklara da o tesirler daha yukarıdan gelmektedir. Fakat onlara gelen tesirlerle onlardan çıkan tesirler farklı hale gelmektedir. Yani değişikliğe uğrayıp zayıflamaktadır. Varlıkların manyetik alanları olarak ortaya çıkan bu tesirlere, tali tesirler denmiştir.

Dördüncü gurup tesirler, üniteden gönderilen esasi tesirlerin madde ünitelerinde kullanıldıktan sonra, dışarı yayılan daha yoğun tesirleridir. Maddelerin manyetik alanları veya bedende meydana gelen kimyasal reaksiyonlar bu yoğun tesirler sınıfına dahil edilmiştir.

Her madde ünitesi, yukarıdan gönderilen kuvvetli tesirleri aynı derecede kabul edemez, dağılırlar. Tesirler madde kainatında yukarıdan aşağıya indikçe zayıflar ve yukarı çıktıkça da kuvvetlenir. Bir madde ünitesine gelen kuvvetli bir tesir, orada bir fonksiyon yaptıktan sonra aslı değişmiş ve zayıflamış olarak oradan çıkar, ve onu kabul edebilecek bir alt madde ünitesine gönderilir. O bir alt madde ünitesi de, kendisine gönderilen tesirin başına her ne gelmişse aynısını yapar, ve daha bir alt madde ünitesine gönderir. Alttaki bir madde ünitesinden yukarı çıkan tesir de, yukarıdaki kuvvetli tesir alanıyla sempatize olup değerler alır. Yani tesirler aşağıya indikçe her safhada değerlerini kaybederek iner, yukarı çıktıkça da her safhada değerler alarak yükselir.

Bu tesirlerin dağılımının ise organizasyon sistemleriyle birlikte açıklanması gerektiği söylenmiştir. Organlık organizatörlük şekilleri kainatta belirli  safhalar arasında kalmaktadır. Bu hiyerarşi üniteden başlayıp vazife planlarının alt kademelerine kadar iner. Üniten çıkan bir tesir, bütün vazife planlarını yukarıdan aşağıya doğru kat ederken yapılması gereken vazifeler zamanında ve yerinde yapılmaktadır. İhmalkar olan veya kaytarma ihtimali bulunan varlıklar, vazife planlarına sokulmadığı gibi onlara büyük sorumluluklar gerektiren her hangi bir vazife de verilmemektedir. Zaten de varlıklar vazife planlarına hidrojen alemini bitirdikten sonra katılmaktadır. Şu anda dünya insanın varlığı hidrojen alemini bitirmek üzeredir. Fakat vazife planı varlıkları, yarı idrakli veya daha aşağı seviyelerde bulunan varlıklara vazife planlarına hazırlanmaları için yardım ederler. Onlar da idraklerini genişlettikçe, yavaş yavaş vazife planlarına ait sezgileri kazanırlar.

Şimdi, bir insan bedeninde de organlar ve sistemler vardır. Ona da asli prensibin kainata yansıttığı, ruhların tesirleriyle birlikte varlıklara ait tali tesirler gelmektedir. Bedene gelen tali tesirler de daha yukarıdaki varlıkların kontrolü altındadır. Herhangi bir yere gönderilen bir tesir, ancak bir takım yardım ve mekanizmalar kullanılarak yerine ulaştırılmaktadır. Bir tesir, belli bir yere nasıl ulaştırılıyor kısaca izah edelim.  

Bir tesirin bir varlıktan çıkıp bir bedene gönderilmesi demek, varlığın manyetik alanından bedenin manyetik alanına bir takım değerlerin aktarılması demektir. Bu değerler yüksek titreşimlere sahip partiküllerdir. Mesela bir insan, güvendiği bir varlığın kendisine yardım etmesini ister. Burada samimiyet şarttır, yoksa o insanın isteği o varlığa ulaşmamaktadır. Bu insanın samimi niyetini taşıyan tesirler varlığa yönlendirildiği zaman, maddelerin elektrostatik çekim alanı gibi arada birbirlerini çeken bir alan oluşur. İnsanın varlığa gönderdiği tesirlere öncü tesirler denmiştir.

Bu tesirlere cevap verme yetkisine sahip olan varlıktan da bir tesir çıkar. Varlığın gönderdiği tesirlere tali tesir denmiştir. Fakat bu tali tesir varlıktan çıkarken bazen idrakli, bazen yarı idrakli, bazen de otomatik olarak çıkmaktadır. Tesirler kontrol altında tutulduğu için, varlıktan çıkan bu tesiri başıboş bırakmazlar. Bu varlığın bulunduğu seviyenin bir üstünde bulunan başka bir varlıktan bir tali tesir daha çıkar, ve bu ilk tesirle uyum sağlayıp birleşir.

Üst seviyedeki varlıktan gönderilen tesir, ilk tesire eşlik ederek hedefini bulması için gönderilmiştir. Bu eşlik eden tesire güdücü tesir denmiştir. Üst varlığın seviyesiyle alt varlığın seviyesi birbirine yakındır. Şimdi, güdücü tesir varlığın gönderdiği tesirleri hedefine ulaştırırken, bu tesirlerin benzer tesirlerle karşılaşıp yanlış hedeflere gitme ihtimali vardır. Veya daha güçlü parazit tesirlerin bu tesirleri bozup dağıtma ihtimalleri de vardır. Bu durumda güdücü tesir yetersiz ve korumasız kalmış olacaktır. Fakat bütün tesirler kontrol altında tutulmaktadır ve bu kontrol mekanizması da yukarılara doğru çıkmaktadır.

Aşağıdaki tesirlerin yanlış hedeflere gitme ihtimallerini ortadan kaldırmak için, ilk varlığın gönderdiği tesire eşlik eden güdücü tesirden başka, vazife planlarında bulunan daha yüksek ve idrakli varlıklardan bir tesir daha çıkar. Ve bu iki tesirle birleşip üçü birden gerçek hedefine doğru yönelir. Vazife planı varlıklarının gönderdiği bu tesire, dirijan tesir denmiştir. Dirijan tesir sevk edici tesir demektir. Dirijan tesir, benzer tesirlerin veya parazit tesirlerin arasından geçerek veya gerekiyorsa önüne çıkanı dağıtarak ilk tesiri hedefine ulaştırır.

Bu üç tesir, yardım isteyen insanın manyetik alanının yanına kadar gelir. Varlığın gönderdiği ilk tesire eşlik eden son iki tesir, vazifesini yapmış olarak oradan ayrılır. Varlık da, o insan için göndermiş olduğu tesirleriyle maddelerin veya bedenin bünyesi üzerinde düalite prensibi ve değer farklanması mekanizmasını kullanarak o insanın arzu ve ihtiyaçlarını yerine getirir.

Burada dirijan tesirlerin parazit tesirleri dağıtması, tesirler düzeninin bozulması olarak görünebilir. Fakat o parazit tesirler yukarıdaki vazifeli varlıklara göre bir düzen içinde akmaktadır. Eğer bir insan, yüksek varlıklardan yardım isterse, bu yardımın gerçekleşme ihtimali alt seviyelerdeki varlıklara göre daha fazla olacaktır.

Yukarıdan gönderilen tesirlerin değerini idrak etmek gerekir. Çünkü bu tesirler yükseltici değerlere sahiptirler. Eğer bir madde ünitesi devamlı yukarıdan gelen tesirlerle beslenirse o tesirlerle uyum sağlamaya başlar. Ve sonunda da o tesirler ortamına kayarak yükselir. Eğer bir madde ünitesi aşağıdan gelen tesirlerle beslenirse, ki bunlar o madde ünitesinin ihtiyacı olan tesirlere göre kaba olacaktır, o zaman kaba tesirlerle uyum sağlamaya başlar ve sonunda kayarak kaba tesirlerin bulunduğu ortama iner. Bu da gelişmenin tersi olan bir durum olur.  

Şimdi, dünyada bedeni olan bir varlığın bedenine her yerden tesirler gelmektedir. Bedene dışarıdan gelen bu tesirler zararlı mı faydalı mı bunları kontrol edip ayarlamak o varlığın görevidir. Eğer ayarlayamayıp zararlı tesirleri engelleyemez ise organlarına fazla tesir gelebilir. O zaman, hangi organa fazla tesir geliyorsa o organ, diğerlerine göre fazla değerler aldığı için normalin üzerinde bir faaliyet göstermeye başlar. O organın anormal faaliyeti, diğer organlarla arasında bir uyumsuzluğu ortaya çıkartır. Fazla ve eksik faaliyetlerde bulunan bu organlar, bağlı oldukları organizmanın yavaş yavaş çökmesine ve sonunda da bedenin dağılmasına sebep olurlar. Fazla tesir alan bu organlara kanser olmuş organ denir. Sinir sistemi partikülleri de aynı şekilde fazla tesir alırsa şuur bozukluğu veya ruh hastalıkları olarak bilinen hastalıklar ortaya çıkar. Fakat, bu varlığın dışarıdan gelen bu zararlı tesirlere engel olamamasında yine geleceğiyle ilgili ihtiyaçları bulunmaktadır.

Varlık, bu insan bedenini nasıl kurup yönetiyor? Bu konuyu da kısaca izah edelim. Bir birim oluşturan erkekle kadının dünyada bulunması şarttır. Varlık bu bedenleri kullanarak ruha hizmet ettiği için, zaten vazifeli varlıklar tarafından bu numuneler daima korunmuş ve insan nesli dünyada hiçbir zaman eksik olmamıştır. Bir insan bedeninin kurulması, yüksek vazifeli varlıkların iznine bağlıdır. Hiç bir varlık kendi başına ne habersiz ne de yardımsız beden kuramaz.

Varlığın bitki ve hayvan bedenlerini nasıl kurup yönettiği daha önce kısaca anlatılmıştı. Hayvanların beyin hücrelerinin manyetik alanına hakim olup o bedenleri yönetiyor ve sonraki safhaların hazırlığını yapmak için de yarı süptil bir aleme geçiyordu. Varlık o yarı süptil alemde, dünyada fiziki bedenleri olarak görünen o beyin hücrelerinin varlıklarını bırakmamaktadır. İnsan bedeni kurulurken de aynı prensipler uygulanmaktadır.

Şimdi, bir araya gelen erkek ve kadın tohumları yukarıdan inen tesirlerle birleştirilir, ve aşılanmış bir yumurta meydana gelir. Varlık hakimiyeti altında tuttuğu beyin hücresi varlıklarına bu aşılanmış yumurta üzerinde beden kurmaları için tesirler gönderir. Bu varlıklar da bedenleri olan beyin hücrelerini kurarak ceninin beynini meydana getirir. Ceninde önce beyin meydana gelir. Aynı varlıklar sinir sistemi de kurduktan sonra, annenin beden maddelerini kullanarak bedenin diğer organlarını meydana getirirler.

Bu hücrelerin manyetik alanları küçüktür fakat hepsi bir arada olunca büyük bir manyetik alan oluşturur. Burada varlığın bedene hakimiyeti, beyin hücrelerinin manyetik alanlarının sentezi üzerine hakim olmakla meydana gelmektedir. Yani bedeni beyin hücrelerinin varlıkları idare etmekte fakat onları da insan varlığı idare etmektedir. İnsan varlığı kontrol ettiği insan bedeninin içine girip de her hangi bir yerine yerleşmiş değildir.

Cenin oluşurken hücre varlıklarına az tesir gönderen varlık, doğum yaklaşırken bu tesirlerini artırır. Ve insan doğarken ve doğduktan sonra, kendi enerjisinin yaklaşık yüzde doksanını bu varlıkları kontrol etmek için harcar. Ve bu görünüşüyle de bedene bağlanmış bir varlık olur. Az bir enerjisi de, bu bağın dışında serbest olarak kalır. Fakat burada kendi enerjisinin büyük bir kısmını manyetik alanlara hakim olmak için harcarken, kendisini de, biri bu dünyada diğeri de öbür dünyada kalmış olarak ikiye ayırmaz. Varlık, kendi ortamında idraki bir noktada tek parça halinde kalmaya devam etmektedir.

Şimdi, herhangi bir insanın şuuru, insanın varlığının beyin hücrelerinin oluşturduğu manyetik alanlar sentezine direkt bağlantısından yansıyan kısımlarıdır. Bu alanlara bağlı olmayan enerjinin az bir tarafı da, bu şuurun ötesinde kalmış olur. Bu şuurun ötesinde kalmış olan o kısma şuur ötesi denmiştir, ve o da fonksiyon bakımından ikiye ayrılmıştır. Bunlardan birisi varlığın tecrübelerinin biriktiği yer olan şuur altı, diğeri de ruha bağlanan ve diğer varlıkların bulunduğu ortama da açık olan şuur üstüdür. Dünya hayatının tecrübelerinin biriktiği yer olan ve şuurla şuur ötesi arasında bulunan bir de şuur dışı vardır.

Bu şuur bölgeleri, insandaki şuurdan ruha doğru sıralanacak olursa; insanda şuur, sonra şuur dışına, oradan zaman ve mekan değiştirip şuur ötesine, ve oraya geçtikten sonra ikiye ayrılan yollardan birisi olan şuur altına, diğeri de şuur üstüne, şuur üstünden de ruha bağlanan bir sıra takip eder. Varlık orijinalinde şuurludur ve tek parçadır. Bu bilgiye göre, tüm bu şuur bölgeleri tek parça bir şuurun, ayrı ayrı fonksiyonları olarak ortaya çıkar. Şuur ötesinden gelen tesirler, ki o tesirler de ruhtan ve diğer varlıklardan şuur üstüne gelirler, beyin hücrelerinin manyetik alanına inip oradan bedene dağılırlar. Bedendeki bütün tesirler, bedeni idare eden varlığın tam kontrolü altındadır ve bedenin bütün fiziki ve ruhi görünen, tüm fonksiyonlarını yerine getirirler.

Şimdi, ruhun amacı tekamül etmek olduğuna göre, ve ona hizmet eden varlık da bu tekamülü maddelerden sağladığına göre, ruhun tekamülünün devamını sağlayabilmesi için varlığın her hangi bir alemde sonsuza dek kalmaması gerekir. Onun için, varlığın her hangi bir alemin her hangi maddelerinden meydana getirmiş olduğu her hangi bir madde ünitelerini kullanarak ihtiyacı olan bilgileri aldıktan sonra daha gelişmiş ve zengin alemlere geçmesi gerekir. Bunun gerçekleşmesi için de, her hangi bir alemde, o alemin maddelerinden meydana getirip kullandığı madde ünitelerini terk etmesi gerekir.

Yani dünyada bedeni olan bir varlığın, o bedeni kullanarak dünyadan ihtiyacı olan bilgileri aldıktan sonra daha zengin ve gelişmiş alemlere geçebilmesi için o bedeni dünyada bırakması gerekir. Ayrıca bir varlık, enerjisinin yaklaşık yüzde doksanını bir bedene hakim olmak için bağlamışken, aynı anda bir plan daha yaparak dünyanın herhangi bir yerinde yeni bir beden daha kuramaz. Yani dünyada bulunan iki insanın bir varlığı olmaz.

Bir varlık, ihtiyacı olan dünya bilgilerini şuur dışında geçici olarak topladıktan sonra, ki bu toplanan bilgilere kıyas bilgisi denmiştir, bu bilgileri topladıktan sonra beyin hücresi varlıklarını geri çeker. Beyin hücreleri varlıkları da dünyada bedenleri olan beyin hücrelerini teker teker bırakır, ve beden faaliyetleri de yavaş yavaş kaybolur. Sonunda beden bozulup dağılır. Bedenin diğer organlarındaki hücrelerin bazıları bir süre daha yaşar, fakat kendilerini besleyen tesirler gelmeyince onlar da dağılırlar. Ruhun tekamül ihtiyacını karşılamak için varlığın beden kurması büyük bir kuraldır. Bu ihtiyacın devamını sağlayabilmesi için kurduğu bedeni yerinde bırakması da yine aynı derecede büyük bir kuraldır. Ölümsüzlüğün sırrı bilgi ve idrakle anlaşılır.

Bedeni terk etmiş olan varlık, o bedeni idare eden beyin hücreleri varlıklarını hakimiyeti altında tutmaya devam eder, hemen bırakmaz. O varlıklar da ortaklaşa yaptıkları bir işten dolayı, kendilerine göre büyük tecrübeler kazanmışlardır. Varlık bedeni dünyada bırakınca dünyadan tesir alamaz, daha doğrusu yardımcı varlıklar onun etrafını sararlar ve ona tesirlerin gelmesine engel olurlar. Bir tek ruhundan gelen tesirlere engel olmazlar. Çok derin bir yalnızlık içinde kalır. Varlık, ister istemez, şuur dışında toplanmış olan son dünya hayatının hatıraları içinde yaşamaya başlar.

Varlık, vicdan mekanizmasını kullanarak bu hatıraları en ince teferruatına kadar analiz eder ve sonuçlarını, daha önce şuur altında biriktirmiş olduğu eski tecrübelerinin üzerine ekler. Beyin hücreleri varlıklarının, dünyada bedeni yönetirken her ne öğrenmişlerse kazandıkları tecrübeleri de onlardan alıp kendi tecrübelerinin üzerine ekler. Bu vicdani işlemler, varlıkların idrak derecelerine göre ıstıraplı veya rahat bir şekilde yapılır. Bu işlemler bitince yardımcı varlıklar engeli kaldırırlar, ve varlığa tekrar tesirler akmaya başlar. Varlık uyanır ve dünyada beden kurmadan önceki durumuyla, bedeni terk ettikten sonraki durumlar da dahil, arada olup biten her şeyi açık ve şuurlu olarak bilir.  

Varlıklar idraklerinin genişliği derecesinde özgürdürler. Şuur altında toplanmış tecrübe materyalleri bir sonraki safha için istenen düzeyde değilse bunu tamamlamak için yeniden dünyada beden kurmak zorundadırlar. Bunun için de, idraklerinin genişliği oranlarında, yardımcı varlıklarıyla birlikte, yeni  hayat planları yaparlar. İdrakleri dar ise bu planları yardımcı varlıkları yapar.

Yeni hayat planlarına göre, dünyada seçilmiş kıta, millet, şehir, mahalle, veya köylerde bulunan annelerin rahminde oluşan ceninde, hakimiyetleri altında tuttukları beyin hücreleri varlıklarına, bedenlenmeleri için tesirler göndermeye başlarlar. Bu varlıklar da, bedenleri olan beyin hücrelerini kurarak önce ceninin beynini meydana getirirler. Ve insan varlıklarının bedenlere bağlanmaları durumu önceki gibi tekrar eder.

Eğer bir varlık, dünyaya tekrar dönmeden önceki uyanık durumunda iken şuur altı materyallerini tamamlamış ise, artık o dünyadan mezun olmuş demektir. İnsanlık alemini de bitirmiş olacağı için bir daha dünyaya gelmez. Rahat ve huzur dolu yüksek alemlerin yolunu tutarak dünyadan ve insanlıktan uzaklaşır.

Dünyadan mezun olacağı kesinleşmiş bir varlık, hakimiyeti altında tuttuğu hücre varlıklarını da serbest bırakır. Serbest kalan hücre varlıkları da çok çok uzun bir zaman dünya dışı ortamlarda tecrübelerini artırmaya devam ederler. İnsan bedenini yönetecek duruma geldikleri zaman, kendilerini yöneten insan varlığının yaptığı gibi, her biri beyin hücreleri varlıklarının manyetik alanlarına hakim olarak çok ilkel insan bedenleri kurmaya ve yönetmeye başlayacaklardır. Tüm varlıklar aynı tekamül yolunu takip ederler.

Varlıklar, ruhların tekamül ihtiyaçlarını yerine getirebilmek için kendilerini geliştirmek zorundadırlar. Kainatın hiçbir yerinde takılıp kalmamaları gerekir. Bunun için de bağlandıkları bedenleri, işleri bitince terk etmek zorundadırlar. Bedenler terk edilirken meydana gelen her türlü ölüm şekilleri, o varlıkların yardımcıları olan vazifeli varlıklar tarafından ayarlanıp düzenlenmektedir. Onun için, bu bilgilere sahip olanlar, varlıkların bedenlerini terk etme şekillerine veya sebeplerine bakıp bir felaket olarak değerlendirmezler. Fakat, bir insanın dünya hayatını yaşarken, vicdan sesini dikkate almadan onu bastırarak yaşayanların bedenini terk etmesini, felaket olarak değerlendirirler.

Birinci bölüme ait olan bu kısa notlardan sonra vicdan konusundan başlayarak ikinci bölümün kısa notlarına geçelim.

Free Hit Counter (01.01.2016)

Copyright © 2016. The Last Knowledge.
Bu site özeldir ve ticari amaç taşımaz.